Başkasının özgürlük sahasında bit olmak
Sabahın iğde kokusuna bulanmış nemli serinliğine karışmamak, öğleden sonra bastıran yağmurun sıcak topraktan kaldırdığı buharla yükselmemek, bir akılsızın sıkı sıkıya bağlayarak çöpe attığı poşeti koklaya tırmalaya açmayı başaran kedinin damağındaki tadı almamak, bıçağı yediğinde çatırdayarak ayrılan karpuzun işvesine kapılmamak; içinde sadece nefes barındıran bir devridaime parazitçe dahil olmaktan başka nedir ki.
İnsan için “kör ve yaratıcı tutku”nun eksik kaldığı bir hayat ve tek bir gerçekliğin hizmetine sunulacak coşkunluktan yoksun olmak, “başkasının özgürlük alanının başladığı yerde benim özgürlüğüm biter” saçmalığına gönüllü boyun eğmektir. Bu da otsu bir yaşam diktatörlüğünü onaylamaktan başka bir şey olamaz.
Oysa eski mahallelerde bir evdeki coşku, mahallenin bütününe yayılır ve sevinç bütün haneleri teslim alırdı. Yine bir evdeki ağıt, mahallenin tamamında bütün televizyon ve radyoları sustururdu. Ramazanda açıktan oruç diyen dövülür, bayramda açıktan mutlu olmayan fesat olurdu. “O senin görüşün, bu benim hayatım, portakal orda kal” tarzındaki “çalışan kadın tripleri” zinhar bilinmezdi. Bir iki bilen çıkarsa da edepsizlik sayılıp geçilirdi.
Özgürlük alanı, bu tip bireyci-bencil bir mülkiyet taksimi olmayıp, tarih ve kültürün var ettiği kolektif bir yaşam sahasıydı. Yani “üç katlı ahşap evin her katı ayrı alem” değildi.
Şimdi Türkiye’de öyle bir noktaya geldik ki hiç kimse hiçbir şey için hiçbir şeye bağlanmadığı gibi, kimse kimsenin tiryakiliğine de saygı duymuyor.
Özellikle siyasi konularda azıcık sertleşildiği vakit, anadan doğma tavşan dişli olmasa bile kendini zorlayarak ön dişlerini çıkartıp tombul yanaklarını pembeleştiren utangaç muhafazakar birey, “öteki” için yok olmaya bile razı olduğunu haykırıveriyor.
Kendisi ve kendinden olan uğruna bir şey olamayanın başkasının fikir mücadelesi için canından geçeceği safsatası, esasta başkasının fikri diyerek yüceltme yoluyla örtbas ettiği iktidar gücüne iman etmek değilse nedir!
En azından şu sıralar Türkiye’de bu sözün propaganda edildiği vasat bakımından durum böyledir.
Bunun günümüzde biricik maharet olduğunu vazedenler, bu zavallı tavşancıkları yine de aşağılamaktan ve onlara “yeteri kadar empati yapmıyorsunuz ulan” fırçası atmaktan geri durmuyorlar.
Tavşancıklar ise başlarına gelen her musibetin, içlerinde zaman zaman nükseden “görüyorum ki tek hakikat benim” düşüncesinden kaynaklandığını bilerek, bu düşüncenin açığa çıkmaması için yeteri kadar ön diş gösterememekten yakınıp, durmadan özeleştiri veriyorlar.
Yılış yılış bir karakter, sıvıyağ kıvamında önce siyaset kulislerini, sonra matbuatı yalayıp duruyor.
***
Alın size geçtiğimiz günlerin artık bayat olmuş bir haberi:
Bakın bakalım ortalıkta akan ve de kokan şey nedir!
“Deniz Zeyrek'in Radikal Gazetesi Ankara Temsilciliği'ne atanması sebebiyle verilen kokteyle AK Parti ve CHP kurmayları ile BDP'liler büyük ilgi gösterdi. AK Parti'den Başbakan Yardımcısı düzeyinde katılım oldu. 50 bin satan Radikal gazetesinin Ankara Temsilcisi ataması dolayısıyla düzenlediği kokteylde Başbakan Yardımcıları Bülent Arınç ve Cemil Çiçek, AK Parti Genel Başkan Yardımcıları Hüseyin Çelik, Abdülkadir Aksu, Reha Denemeç, AK Parti Grup Başkanvekili Suat Kılıç, AK Parti Adana Milletvekili Necdet Ünüvar hazır bulundu. Kokteyle CHP'den de ilgi büyüktü. CHP Genel Başkan Yardımcıları Gürsel Tekin, Sencer Ayata, Umut Oran, Hurşit Güneş, Faik Öztrak, Sezgin Tanrıkulu katıldı. Radikal'in kokteylinde BDP'liler de eksik olmadı. BDP Genel Başkanı Hamit Geylani katıldı. Kokteylde pastayı AK Parti, CHP ve BDP kurmayları birlikte kesti. Seçimin ardından yeni anayasa için hazırlıklar başlarken, iktidar ve muhalefetin önde gelen isimleri ilk uzlaşmayı ‘Radikal'de gerçekleştirdi. İktidar ve muhalefetin temsilcileri pastayı birlikte kesti. Kokteyldeki gazeteciler ‘Uzlaşma Meclis'ten önce Radikal pastasında gerçekleşti’ diye espri yaptı.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.