Bela ve Azap Gelince Kolay Kolay Gitmez
Kuralı unutmayın: Bir İslam toplumunun, bir Müslüman ülkenin başına bela ve azab gelirse kolay kolay gitmez.
Öyle musibetler, belalar ve azaplar vardır ki, sadece kötüleri vurmaz, genel gelir, kurunun yanında yaş da yanar.
Müslüman bir toplumun Allah ile yapılmış bir misakı, Allah'a ibadet edeceğine, O'nun emir ve yasaklarına uyacağına, O'nun göndermiş olduğu Resule (Salat ve selam olsun ona) iman, biat ve itaat edeceğine dair verilmiş sözü ve taahhüdü vardır.
Müslümanlar bu misaklarına, bu taahhütlerine riayet etmezlerse umumî bir bela, azap ve musibet gelir.
Hainlerin yanında sâdıklar da zarar görür.
Çünkü onlar emr-i mâruf ve nehy-i münker farzını eda etmemişlerdir.
Çünkü onlar, halkı yeteri kadar bilgilendirmemiş, aydınlatmamış, uyarmamışlardır.
Çünkü onlar tağutla, deccal ve kezzablarla, Süfyanla yeteri kadar mücadele etmemişlerdir.
Birinci dünya savaşında bazı Araplar (hepsi değil) İslam devletine, Hilafet-i uzma-i islamiyeye ihanet ettiler, cezalarını gördüler.
Filistin Hilafet devletinin küçük bir mutasarrıflığı idi. Bağımsız bir devlet olarak yaşaması çok zordu. Nitekim önce İngiliz mandası oldu, sonra büyük kısmında İsrail kuruldu.
İslamiyete sımsıkı bağlı ümmet şuuruna sahip, uyanık Müslümanları tenzih ederek General Allenby işgal ordusunu sevinçle karşılayan beyinsizlere soruyorum:
Osmanlı "isti'mârından" kurtulayım, bağımsız Arap devleti kurulsun derken ne korkunç bir vartaya dûçâr oldunuz. Vatanınız elden gitti. Halkınızın bir kısmı mülteci oldu. Bin türlü kıyım, zulüm, rezalet, sefalet, zillet, esaret, zebunluk, ezilme ki sormayın...
Osmanlı devleti zamanında İstanbul'daki Meclis-i Mebusan'da Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, Hicaz, Yemen, Libya milletvekilleri vardı. Şimdi Kudüs'te Yahudi bayrağı dalgalanıyor. Gazze dünyanın en büyük hapishanesi ve işkencehanesi oldu.
Şu Libya'nın haline bakınız. Kaddafi'nin son beyanı: "Kesinlikle çekip gitmeyeceğim. Çarpışarak öleceğim."
Bir İslam ülkesine bela, azab, musibet gelince kolay kolay gitmez.
İstanbul 1919'la 1922 arasında işgale uğradığı vakit bazı ilerici Müslümanlar familyalarını yanlarına alarak işgal kuvvetlerinin balolarına katılmışlardı. O tarihte Ankara rejimi çok sofu, Şeriatçı, dindar görünüyordu. Hatta "Men'-i Müskirat Kanunu" (alkollü içkileri yasaklayan kanun) çıkartılmıştı. Birtakım paşalar rakıyı, şarabı gizlice içmeye devam ediyorlardı ama halka dindar görünmeleri gerekiyordu. Karılarıyla birlikte balolara giden ilerici Osmanlılar aleyhinde Ankara Şer'iye Vekâleti (din ve şeriat işleri bakanlığı) zehir zemberek bir beyanname yayınlamış, memleket kurtulduğu ve İstanbul'u aldığımız vakit size çok ağır cezalar vereceğiz diye tehdit etmiştir... 1922'de Refet Paşa, Ankara Hükümeti adına İstanbul'u almış, son Halife-Padişah yurtdışına çıkmış, birkaç yıl sonra Türkiye Batı medeniyeti yollarında koşmaya başlamıştı.
İslam'a, Kur'ana, Sünnete, Şeriata hıyanet eden veya böyle hıyanetleri bütün gücüyle önlemeye çalışmayan; kendi öz İslam medeniyetini bırakıp, sefih ve sapık küfür medeniyetini benimseyen bir toplumun istikbali parlak değil, karanlık olur.
Hidayeti dalâletle değiştirenler dünyada rezil ve rüsvay, âhirette büyük zarara uğramışlardan olurlar.
Ne demiştim:
Büyük bela ve bir azap, musibet gelince artık kolay kolay gitmez.
Kaddafiler kolay kolay gitmez.
Bazen diktatörler ölür, onların hatırası ve ruhu daha şedit, beter, ekfer şekilde saltanat sürmeye devam eder...
Müslüman bir toplum "Din sadece bir vicdan işidir, dünyaya karışmaz" dedi mi, kısa zaman sonra belasını bulur. Allah hinleri zâlimlerle terbiye eder.
Azabın en şiddetlisi, ilim ve kültür sahibi olup da bildiklerini doğru bilgilerle amel etmeyenlere olacaktır.
Zamanımızda az veya çok haram menfaatler karşılığında dinlerini satan o bilenler yok mu...
Müslüman bir toplum ümmet şuurunu ve idrakini yitirip; hizip, fırka, cemaatçilik, parçacılık asabiyetlerine kapılırsa belasını bulur.
Benim cemaatim senin cemaatinden üstündür, benim şeyhim senin şeyhini döver... Öyle mi? Bela ve azap inince senin cemaatin mi, senin şeyhin uçuyor muydu uçmuyor muydu anlayacaksın...
Allahu Teala ve Tekaddes Hazretleri bize doğruyu da bildirmiş, bâtılı da... Kim hidayeti (doğru inançları, hükümleri, ahlakı) seçerse Mevlâsını bulur; kim de dalâleti (sapıklığı, bozukluğu, küfrü, bidati, günahı, isyanı, tuğyanı) seçerse belasını bulur.
Hilafet-i Uzma-yı İslamiye Allah'ın Müslümanlara ulu bir nimetiydi. Türkler bu mübarek müesseseye çok hizmet ettiler. 1924'te İslam'ın 101'inci son halifesi kovuldu ve Hilafet müessesesi tarihe karıştı. Elbette bunun hesabı sorulacaktır.
Boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun hakkını soracak olan mutlak adalet sahibi Allahu Teala Hazretleri Hilafet-i
Kübrâ-yı Muhammediye'nin hesabını Türklerden sormaz mı?
Hilafeti kaldıran ve son halife Abdulmecid bin Abdulaziz Han hazretlerini aile efradıyla ve bütün Hanedan-ı Âl-i Osman mensuplarıyla birlikte tard eden kanun şöyle diyor:
"Hilafet Büyük Millet Meclisi'nin şahs-ı mânevisinde mündemic olduğu için..."
Merhum Adnan Menderes 1960'ta ülke iğtişaş ve kaynaşma içindeyken Meclis çatısının altında Demokrat Parti milletvekillerine hitaben şöyle demişti:
"Arkadaşlar!.. Millet size vekâlet vermiştir. Siz isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz."
Yaa, öyle mi?.. Bu sözünden dolayı Adnan Menderes'i astılar.
Ahkâm-ı Şer'iye bir kere gitmeyegörsün. Geri gelmesi zordur.
Hilafet yıkılmayagörsün. İhyası zordur.
Tağûtî düzenin haram, necis, kirli rantlarıyla ve nemalarıyla beslenen, az veya çok dünya menfaati karşılığında İslam'ı satan kimseler, zenginleşmenin verdiği sarhoşlukla işin farkında değildir.
Qâlû Belâ gününde Allah ile yaptıkları ahd ü misaka ihanet edenler, haram ve necis para ve mallarla zenginleşerek iyi bir ticaret yaptıklarını sanmasınlar. Onlar korkunç bir zarar içindedir.
Yakın tarihimizde İslam ilimlerini okuyup öğrenmiş bazı ulema ve fukaha, zalimlere yağcılık yaparak canlarını koruyup selâmete çıktıklarını sanmışlardı. Zehî gaflet!.. Onlar İslam'ı ucuza sattılar, çok kötü bir ticaret yaptılar.
Hikayenin sonuna gelmedik... Macera devam ediyor... Bakalım ileride neler olacak.
Deccâliyet, Kezzâbûn, Süfyânîlik öyle kolay kolay gitmez...
Derin şer güçleri sonuna kadar direneceklerdir. Kaddafi'ler, hayatına ve servetine dokunulmaması garantisine rağmen uçağa binip Libya'ları terk etmezler.
Bir İslam ülkesinde haram yeme, şeytani şekilde zenginleşme, lüks, israf, sefahat, fuhuş zina, âşikâre fısk ve fücur, isyan ve tuğyan yaygın ise oradaki maddi kalkınma, yüksek binalar, köprüler, barajlar, limanlar, hava alanları, otoyollar, lüks otomobiller, Nemrûdî oteller ve lokantalar, kadın erkek birlikte denize girilen plajlar, aşırı konfor kerâmât değil, hep birer istidractır. (İstidracın manasını bilmeyenler muteber din kitaplarına müracaat etsinler)
Bin kere tekrar etsem azdır: Azap, bela, musibet, dünyevi ceza gelince kolay kolay gitmez.
Kaddafi gitmez, Maddafi de gitmez.
Deccallar, Kezzaplar, Süfyanlar, Ekferîler öyle kolay kolay pes etmez.
İslam, Kur'an, Sünnet, Şeriat, tesettür nimetlerine küfranda bulunan Müslüman bir toplum, tövbe ve isyanlarında rücû' etmedikçe iflah olmaz, selamet sahiline çıkmaz.
Bozuk düzenin haram rant ve nimetlerine, cîfeye talip olan kilap gibi talip olanların gelecekleri nurlu değil, katrânîdir.
Bu yazımdan bir kişi, bir tek kişi mütenebbih olursa kendimi bahtiyar sayacağım.
Hiç kimse mütenebbih olmasa, bir nebzecik tek cılız bir iniltiyle vazifemi yapmış olur muyum acaba?