Zaruretin Zorunlu Kıldığı Zalim İtaat
Bir önceki yazıyı şöyle bitirmiştik: “Kanunsuz ele geçirilen bu hilafetin, hukuken hiçbir kıymeti yoktur. Kökten batıldır. Kaldı ki kanunsuz emir olmaz, olsa da itaat olmaz. (Konuyla ilgili ayetler için bkz.Bakara 124/247; Sad.28; Kehf 28; Şuara 151-152; Hucurat 13; Nisa, 5, 58-59, 83.vd.)
Böyle bir durumda halifenin, yani İslam devlet başkanının meşru emirlerine itaatten bahsedenler de vardır.
Burada iki soru vardır: Bir, “Hangi emirlerine itaat?”
Cevabı gayet açıktır; “meşru emirlerine itaat.” Gayr-ı meşruya yine yok.
İki: Neye dayanarak böyle söylemişlerdir?
Yazı uzadı. Gelecek yazıya bırakalım mı?”
Evet, şimdi bu meseleye, yani “Böyle bir durumda halifenin, yani İslam devlet başkanının meşru emirlerine itaatten bahsedenler de vardır” görüşüne biraz yakından bakarak azıcık düşündüğümüzde ne görürüz?
Mecburiyeti, mahkûmiyeti, mağdûriyeti, mazlûmiyeti görürüz. Fıkhî tabirle “zarureti” görürüz yani. Onun getirdiği çaresizliği görürüz. Malum, “ez-Zarurat tubihu’l mahzurat.” Yani “zaruretler, mahzurları mübah kılar.” Nitekim Merhum İbrahim Canan, “İslam'ın Işığında Anarşi” kitabında bunu açıkça kaydeder. (s. 262-263)
Diyelim ki ayette istenen vasıflar bir İslam devlet başkanında idareye geçtiği esnada vardı. Yani, başlangıçta hem müslümandı, hem de Allah ve Rasulüne itaatkar idi. Yani Kur’an ve Sünnete bağlı kalarak İslam ahkamıyla işleri yürütüyordu. Böylece idare ve itaati hak etmiş idi.
Ama daha sonra gün geldi, dinden çıktı, “mürted”, yani kafir oldu. Veya açıktan büyük günahlara daldı. Veya İslam ahkâmını reddederek insanlara haramları helal, helalleri haram kıldı, böyle emretti. Bu durumda hala ona itaat edilir mi?
Asla!
Bu konu çok önemlidir ve biz “İslam’da Devlet ve Siyaset” kitabımızda bu meselelrin işlendiği “halifenin azli” konusunu enine boyuna inceledik hamdolsun. Ayrıca burada da yeni bir yazıda özel olarak etraflıca söz konusu etmeye değer elbette. Edelim bir gün inşallah.
Fakat ondan önce burada çok önemli bir mesele daha var, bir tenbih, bir uyarı daha var. Bunu dikkate almayan bazı coğrafyalardaki bazı Müslümanlar, hem yanlış, hem de yersiz ve menfaatsiz işler yapmakla, hem kendilerine, hem de dinlerine söz getirmektedirler.
Nedir o mesele, o tenbih, o uyarı?
Bunu da gelecek yazıya bırakalım mı?”