Eğer çözüm Meclis’te ise...
MİLLİYET‘İN yukarıdaki manşeti siyaset ve adalet tarihimizdeki utanç verici olaylardan birinin resmidir: Yargı, Tayyip Erdoğan’a karşı savaşa girmiştir!
Yargı bu uğurda hem hukukun genel prensiplerini hem kanunların açık maddelerini ayaklar altına almıştır. Değerli hukukçu Sami Selçuk Özlenen Hukuk adlı kitabında bu durumu “Yargıtay hukuku kökünden yıkmıştır” diye anlatır. (Sf. 234)
Yargının bu yanlışı, Meclis’te yapılan düzenlemelerle aşılmıştı.
AK Partili Bekir Bozdağ’ın açıklamasının yarısına katılıyorum: Tayyip Erdoğan’a o zaman yargının yaptığı ile, bugün yargının Hatip Dicle ile Ergenekon ve Balyoz sanıkları için verdiği kararlar aynı vasıfta değildir; kanuna uygundur bu kararlar. Fakat...
Bekir Bozdağ’dan ayrıldığım nokta şu: Çözümü aynıdır!
Yargının haklı ya da haksız kararından çıkan ağır bir siyasi sorunu yine Meclis çözmelidir!
Nasıl çözülebilir?
Hatip Dicle kararını, hukuken geriye çevirmek mümkün değildir. Meclis ne karar alırsa alsın, geriye yürümeyeceği için Dicle’nin ‘seçilmişliği’ geri gelmez.
Ancak Meclis’in mesela Anayasa’nın 76. maddesini ve Seçim Kanunu’nun 11. maddesini elden geçirmesi, memnu hakların iadesini siyasi suçlar için süratlendirmesi, seçilmiş tutukluların dokunulmazlık kazanmasını sağlaması gibi yasal düzenlemeleri gerçekleştirmesi halinde, ilk ara seçimde Dicle aday olup seçilebilir.
Erdoğan da Siirt’te bir vekilliğin boşalmasıyla yapılan seçimde Meclis’e girmişti.
Bu tür düzenlemeler halen tutuklu olan ama milletvekili seçilen “sanıklar”ın dokunulmazlık kazanarak tahliye olmalarını da sağlar.
Ve mevcut gergin ortam giderilmiş olur.
Bu, CHP’nin, MHP’nin ve BDP’nin yeni anayasa çalışmalarına daha uygun bir psikolojiyle katılmalarını sağlayacak siyasi zeminin oluşturulması demektir!
Sayın Başbakan, böyle bir zemin oluşturulmadan yeni anayasa da yapılamaz, Kürt meselesi de yumuşatılamaz!
BDP totaliter bir harekettir
Yukarıdaki Milliyet manşeti, AKP’nin önüne dikilen yargı engelini aşmak için “Meclis’iniz sizin olsun, silahlı mücadele başlar, iç savaş çıkar” gibi totaliter tehditlere başvurmadığını, aksine, kamuoyunun gönlünü kazanarak yolunu açmaya çalıştığını gösteriyor.
Doğrusu o idi, öyle yapmışlar ve iktidara da gelmişlerdir.
Hiçbir hukukçu ya da siyaset bilimci çıkıp da “ya hep ya hiç” kafasının totaliter bir kafa olmadığını söyleyemez!
Naziler, faşistler, Stalinciler böyleydi; böyle tehditler savururlardı.
BDP’liler demokrasiyi, demokratik çoğulculuğu, demokratik ahlakı, demokratik üslubu içlerine sindirmelidirler.
Meclis’e girmelidirler, demokrasinin diliyle konuşmalıdırlar.
Tehditlerle körükledikleri ateş, yangına dönüşürse, Türkiye’de ateş düşmedik ev kalmaz Allah korusun...
Aziz dostum Mehmet Ali Birand; ben ve Tülin sizin sağlığınız için dua ediyoruz. Bütün arkadaşlar sizi bekliyoruz. Yürekten geçmiş olsun diyorum...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.