Dinci!
"Dinci" tâbiri batı dillerinden birine nasıl çevrilir bilmiyorum; sonuna "ist" takısı getirilip bazı karşılıklar bulunsa da bizim zihnî atmosferimizdeki o çirkin karşılığını bulmak mümkün olmaz gibime geliyor. Dindar değil, dinibütün, dine saygılı değil, hatta aşırı dindar, fundamentalist de değil: "Dinci!"
Bu kavram, "dinci" olmadığını karine ile anlayabildiğimiz bazı basın "uzuv"larının, terkibindeki mânâ kimyalarını sır gibi sakladıkları özel bir alaşımdan imâl edilmiş, çok başarılı bir prodüksiyondur. Kime tevcih etseniz sahiplenmez, "ne münasebet, ben dinci değilim" dedikten sonra niçin "dinci" sayılmaması gerektiğini söyleyecek, bununla beraber "din" kavramı ile nisbetini açıklamaya çalışan "kem-küm" benzeri lâflar etmek zorunda kalacaktır. Peki, "dinci" kavramı hakaret mânâsına gelir mi? Bir şahıs, bir başkasını "bana dinci dedi" diye mahkemeye verse, hâkimler nasıl bir içtihatta bulanacaktır; eleştiri mi, şahsiyete saldırı mı, tahkir mi, istihzâ mı; ne?
Bir tek kelime ile karşınızdakini savunma pozisyonuna düşürüp hamle üstünlüğü kazanmak için geliştirilmiş ustalıklı bir strateji. Bu tabir -esef edilir ki- bazı gazeteciler, yazarlar ve yayın organları tarafından önü ardı düşünülmeksizin leblebi gibi kullanılıyor.
Anayasamızın 24. maddesinde hâlâ geçerliliğini koruyan bir kaide var: Kimse dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Anayasa hükmü olmaktan öte temel nezaket kurallarıdır bu. Medenî memleketlerde insanlara inançlarıyla ilgili soru sormak veya imâda bulunmak en hafifinden terbiyesizlik sayılır, ardından soru sahibinin akıl sağlığının yerinde olup olmadığından şüphe edilir ve aynı kişiye açılmış bütün nezaket kredileri askıya alınır.
Son günlerde sahibi değişen bazı gazete ve televizyon kanallarının itibarını düşürmek için bu ve buna benzer psikolojik aşağılama tâbirleri kullanılıyor. Geçenlerde bir radyo gevezesi, "Damat Sabah Paşa" tâbirini kullandı; belli ki diline pelesenk edinmiş. Yeni sahibi, hoşlarına gitmiyor diye yayın organlarına bu gibi yılışık ve cıvık benzetmelerle sataşıyorlar. Büyük sermaye grupları arasında, "bizim patron iyidir, öteki patron kötüdür" diye tarafgir pozlar takınmak, tutarlılıktan da geçtik, şaşkın bir değerlendirme kriteri gibi görünüyor. Hani bunu söyleyen, "bizim patron, gazetesinin sermayesini simit satarak, pazarda limonculuk yaparak alnının teriyle kazandı, onun için bu gazetede çalışmaktan onur duyuyorum" diyebilecek durumda olsa ne âlâ?
Dinci basın, dinci basın..., dinci olmayan basının adı ne peki? "Dinsiz basın" denilse şık mı olur; ne şık, ne de doğru bir değerlendirme biçimidir bu. Dinî hayatlarını merak ettiğimden değil fakat şu sebeple: Dinsizlik dediğimiz şey, sahibinde mangal gibi bir yürek, dağlar gibi özgüven ve denizler gibi iç tutarlılık gerektiren bir zihnî tercihtir ve en azından bu sebeple basınımızın bir kısmını dinsizlikle itham etmek, yılışık edâlarda sağda solda "dinci basın" lâfını eden gevezelere fazladan şeref ve onur atfetmek mânâsına gelir; bu nitelemenin, hakiki dinsizlere ne kadar büyük haksızlık ve saygısızlık anlamına geldiği ise izahtan vâreste bir keyfiyet.
Hâşâ beyler, siz şüphesiz "dinsiz" değilsiniz; o onuru hak etmek için evvela biraz tutarlılık ve şahsiyet sahibi olmak lâzımdır.
"Dinsiz" uymadı, olmaz; peki, "laik, demokrat" desek olur mu? İlk başta olabilirmiş gibi görünüyor ama gezegenin bir yerlerinde hakikaten laik ve demokrat insanlar çıkıp da, "bizim bu dön baba dönelimcilerle ne benzerliğimiz var ki, bize bu hakareti revâ gördünüz; aşkolsun" derlerse ne cevap veririz? Bühtan etmiş olmaz mıyız?
*
Türk basınında fikrî mesele yoktur; çoook vahim bir şahsiyet meselesi vardır!