Anayasa yapımı ve siyasetin kuşatılmışlığı

Anayasa yapımı ve siyasetin kuşatılmışlığı

Türkiye'nin bir anayasa sorunu olduğunda toplumun her kesiminde ortak bir kanaat var. Yaklaşık bir buçuk asra varan bir zamandır anayasa tartışması yapıyoruz. İlk anayasa tartışması, 19.yüzyılın ikinci yarısında modernleşme hareketleri/düşünceleri çerçevesinde gündeme gelmiştir. O tarihte krizleri aşmanın bir yöntemi olarak Anayasa düşüncesinin ısrarlı savunucuları olarak bilinen Yeni Osmanlılar, anayasanın Türkiye'ye kazandırılmasıyla yaşanan temel siyasi sorunların aşılacağını, sistemin modernleşip istikrar kazanacağını düşünüyorlardı.

Bilindiği gibi 1876 yılında padişahın bir fermanı ile Kanun-i Esasi yürürlüğe konulmuş ve devletin örgütlenmesi bu çerçevede yenilenmiştir. Osmanlı sisteminin anayasalı sisteme dönüşmesiyle birlikte çağın en önemli gelişmesi olan temsil sistemine geçilmesi ve temsili kurumların işlemeye başlaması Türkiye için önemli yeniliklerdi. Ancak temsili sistem ve temsili kurumların işleyişi süreklilik kazanamamış ve kısa bir zaman sonra temsili sisteme ara verilmiştir. Ne var ki çağın ruhunu ve gelişimini yansıtan temsili sistemden tamamen vazgeçilmesi söz konusu olamazdı ve sistemin eninde sonunda yeniden temsili sisteme dönüşmesi zorunluluğu kendisini göstermiştir. Nitekim çeyrek asır sonra 1908'de yeniden anayasalı temsili sisteme geçilmesi bir devrimci hareket neticesinde mümkün olmuştur.

Cumhuriyet dönemi, Osmanlı dönemindeki anayasa tecrübesini tevarüs etmiş olmanın verdiği tecrübe ile anayasacılık hareketine yeni halkalar eklemiş bulunuyor. Henüz İstiklal Savaşı'nın devam ettiği yıllarda bile yeni bir anayasa yapma çabasında olan Büyük Millet Meclisi, hem yücelttiği “milli irade”ye işlerlik kazandırmış hem de siyaseti fonksiyonel ve aktif hale getirmiştir.

1921 Anayasası'nı takiben savaş sona erip yeni rejiminin tesisine ilişkin önemli adımlar atılırken anayasanın da yenilenmesi ve Cumhuriyet siyasetine uygun devlet örgütlenmesini temin edecek bir anayasanın yapılması ihtiyacı öne çıktığında İkinci Meclis 1924 Anayasasını yapmış ve yürürlüğe koymuştur. Hatırlanacağı gibi bu anayasa 27 Mayıs 1960 darbesinin silah zoruyla yürürlükten kaldırmasına kadar uygulamada kalmıştır. Hem tek parti rejiminin hem de çok partili sistemin anayasası olmuştur. Cumhuriyetin kuruluş dönemindeki şartların, toplum ve millet inşa projesinin ve otoriter siyasetin ürünü olan bu anayasa üzerine tartışmaların İkinci Dünya Savaşı sonrasında çok partili sisteme geçiş aşamasında yapılması anlaşılabilir bir durumdur. Zira çok partili sisteme geçiş aşamasında sistemin liberalleştirilmesi tartışmaları bağlamında ülkenin anayasal ve hukuksal yapısının bu tartışmalardan uzak kalması düşünülemezdi. Demokrat Parti'nin (DP) 1950 öncesindeki en önemli vaadi, anayasanın yenilenmesi idi. Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) 27 yıllık tek parti iktidarına imkan veren bir anayasa yeni dönemin liberal değerlerine göre yenilenmeliydi. Ancak DP'nin on yıllık iktidarı döneminde anayasanın yenilenmesi gündeme gelmemiş, iktidar partisinin gücünü tahkim eden 1924 anayasasının olduğu gibi sürdürülmesi tercih edilmiştir.

27 Mayıs darbesinden sonra Kurucu Meclis tarafından yapılan yeni anayasa, hem hazırlanış şekli, hem de getirdiği iktidar örgütlenmesi açısından meşruiyet tartışmalarıyla malul ve siyaset karşısında bürokrasiyi güçlendiren bir nitelikte olmuştur. 1961 Anayasası ile onu yürürlükten kaldırıp yeni bir yapılanmaya imkan veren 1982 Anayasasının öncekilerden en önemli farkı, siyasete ve temsil sistemine karşı öne çıkardığı idari ve bürokratik refleksin belirgin hale gelmesidir. 1921 ve 1924 anayasaları temsili kurumun ve temsilcilerin bir eseri olarak belirmişken darbeler sonrasında oluşan olağanüstü rejimlerin ürünü olan 1961 ve 1982 anayasaları siyaset ve temsil karşıtı güçlerin ve bürokratik yapıların ürünü olarak ortaya çıkmıştır.

Darbelerin ürünü olan anayasalara ilişkin tartışmalar öncekilere göre farklı formda seyretmektedir. Genelde siyaseti mahkum eden, daraltan, kuşatan ve buna karşılık idare gücünü ve bürokrasiyi tahkim eden darbe anayasaları bağlamındaki tartışmalar bir bakıma siyasetle bürokrasi arasındaki rekabeti ve mücadeleyi yansıtmaktadır. Türkiye'nin temel sorunu özellikle 12 Eylül rejiminin marjinalleştirmeye çalıştığı siyasetin güçlendirilmesi ve alanının genişletilmesinde düğümlenmektedir. Bunun en somut göstergesi de demokratik temsil kurumu olarak Meclis'in yeni anayasa yapmasında ortaya çıkacaktır. Bilindiği gibi 2007 seçimlerinde siyasi partiler anayasa değişikliğini halka vaat etmiş ve seçimlerden sonra da iktidar partisi bu yönde önemli adımlar atmıştır. Ne var ki bunun sonu getirilememiştir. Siyasetin yeni anayasa çabalarının akim kalması ve bugün Türkiye siyasetinin tamamen farklı konuları tartışıyor olması siyasetin yeni anayasa yapmaya koyulmasının bir sonucu olarak okunabilir mi? Yeni anayasa yapmak demek bürokrasinin siyaset yapma işlevini siyasetin ele geçirmesi demekti. Yaşananlar bürokrasinin siyasetin önünü kesme hamlesi olamaz mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi