‘Zamanın ruhu’
DIŞİŞLERİ Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu dinlerken daima ufkumun genişlediğini hissederim. Özal’ı dinlerken de böyle olurdu; Peter Drucker gibi çağımızın büyük bir düşünürünü ilk Özal’dan duymuştum. Piyasa ekonomisini, ‘üç hürriyet’in önemini de Özal’ı dinlerken kavramış sonra okumaya koyulmuştum.
Davutoğlu bir grup gazeteciyle konuşuyor. Bizim aklımızda alevlenen Kıbrıs meselesi, AB’ye rest çekme, Suriye, Libya gibi konular var.
Prof. Davutoğlu ‘zamanın ruhu’ndan bahsederek konuşmasına başlıyor. Tarihte üç defa Türkiye ‘zamanın ruhu’nu yakalamıştı:
- Tanzimat... Fransız İhtilali’nin dünyayı saran ilkeleriyle Osmanlılığı uyumlaştırma düşüncesi ve ona göre yapılan “restorasyon” reformları, kurumların değiştirilmesi...
- Cumhuriyet... Dünyada imparatorlukların yıkılıp ulus devletlerin kurulması dönemi, Türkiye’de ‘ulus devlet’in inşası, ona göre “restorasyon” reformları, bu defa kurumların değil, rejimin değiştirilmesi...
- 1946’dan itibaren demokrasiye geçiş... Batı yönlü dış politika ve ona göre Türkiye’nin uluslararası kurumlara üye olması...
Dördüncü dönem
Tarihin uzun akışında bugün “dördüncü restorasyon” çağını yaşıyoruz: Çağımızda ‘zamanın ruhu’, açık piyasa ekonomisini ve demokratikleşmeyi gerektiriyor, tarihi ekonomik havzalar canlanıyor... Biz de Balkanlar, Ortadoğu, Karadeniz ve Kafkasya ile vizeleri kaldırarak, yatırımları teşvik ederek hem ekonomik havzalarda etkin olmaya, hem küreselleşme çağında daha güçlü bir yer almaya çalışıyoruz.
Hedef, 2023’te zamanın ruhunu gerçekleştirmiş güçlü bir ülke olmak...
Bu tablo, İslam dünyasıyla niye sıcak ilişkiler kurulduğunu, Davutoğlu’nun bir ayağının niye Balkanlar’da olduğunu, Afrika’ya niye önem verdiğimizi izah ediyor.
Davutoğlu Arap dünyasındaki demokrasi hareketlerini nasıl desteklediklerini de ‘zamanın ruhu’ kavramıyla anlatıyor.
Avrupa’ya muhtaç olmak?!
Davutoğlu AB’nin demokratik standartlarına ulaşmamızın ‘zamanın ruhu’nun gereği olduğunu ısrarla vurguluyor, Türkiye’nin Avrupa’daki geleceğini şöyle anlatıyor:
“Avrupa’yı ve bütün çevreyi düşünün, sadece iki tane ‘üreten ekonomi’ var: Almanya ve Türkiye!”
AB ile ilişkilere verdiği önemi vurgulu cümlelerle ortaya koyuyor ve Alman Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle’nin sözlerini hatırlatıyor:
“AB’nin tek ekonomik motoru var, Almanya... AB’nin ikinci, üçüncü motora ihtiyacı var o da Türkiye’dir!”
Soruyorum, ABD ile ilişkilerimiz sizin teriminizle “altın çağını” yaşıyor mu? Evet diyor ve ayrıntılar üzerine bilgi veriyor.
Kıbrıs için rest çekmek!
Davutoğlu’nun bütün anlatımında Türkiye’nin artan özgüveni görülüyor. 2023’te “dünyanın en büyük 10 ekonomisi”ne gireceğimizi verilerle gösteriyor.
Kıbrıs konusunda AB’nin muhtemel baskılarından hiç kaygı duymuyor:
“Biz Kıbrıs Rum yönetiminin dönem başkanı olduğu bir AB’nin toplantılarına kesinlikle katılmayız. Çünkü bunu yapmak Rum yönetimini tanımak olur. O zaman ben ‘eşit toplumlar arası görüşme’ tezini nasıl savunurum?”
AB ile ilişkilerimiz bozulmaz mı? Cevap, yine özgüvenli:
“Zaten donma noktasına gelir, dedim.”
Artık Rumların “AB Dönem Başkanı” olması ve bunu Kıbrıs müzakerelerinde baskı aracı olarak kullanması ihtimalini tınmıyor bile...
“Biz zamanımızın ruhunu izledikçe zaman lehimize işler.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.