Kanlar da, sözler de yerde kalıyor
Diyarbakır Silvan’da Perşembe günü meydana gelen terör saldırısı, ülkemizin terör belâsından kurtulmak için yapacak çok işi olduğunu bir defa daha gösterdi. 13 askerimizin şehit olduğu kanlı saldırının ayrıntılarını bilemiyoruz, ama bildiğimiz bir şey varsa o da; terör konusunda rehavete kapılmamak gerektiğidir.
Aslında bu konuda söylenmeyen söz kalmamış gibidir. Hemen her terör saldırısından sonra yapılan resmî açıklamalarda ve yapılan yorumlarda terörün bir an önce bitirileceği ifade edilir. Çeyrek asırdır şahit olduğumuz şey, sadece kanların değil, sözlerin de yerine getirilemeyerek yerde kaldığıdır.
Akan kanın durması ve terörün sona ermesi, cârî açığın bertaraf edilmesi ya da ihracatın artmasından çok daha önemlidir. Çünkü maddî imkânların sınırlı olması ve fakirlik gibi problemler bir şekilde aşılır; ama terör çok farklı bir musîbet. Hem nerede ve nasıl geleceği belli olmuyor, hem de ‘terör meydanı’nda çok sayıda ‘oyuncu’ var. Terörü sadece ‘içeride’ alınan tedbirlerle bitirmek de kolay değil. Çeşitli menfaat ilişkileri dolayısıyla dış etkilerin devre dışı bırakılabilmesi de çok önemli.
Kanlı terör saldırısının zamanlaması da ayrıca dikkat çekici. Sanki gizli bir el (yoksa gizli değil mi?) “Terör belâsını geride bıraktık” kanaati hasıl oluyorken yeni saldırılar düzenliyor. Silvan ‘kırsalı’ndaki bu saldırının kamuoyunca duyulması da biraz gecikti mi? Açıklamalar doğru ise, terör saldırısının yaşanmasının üzerinden yaklaşık olarak 3 saat geçtikten sonra bu katliâm duyuldu. Vatandaşın geç duyması çok önemli olmayabilir, ama idarecilerimiz vaktinde duyabildi mi?
“Türkiye’nin hiçbir problemi yok”muş gibi davrananlar bu saldırılardan ibret ve ders almalı. Aynı zamanda terörün kalıcı olarak sona erdirilebilmesi için yapılacak çalışmaları ‘liste’nin en ön sıralarına yazmak gerekir. Geçici rahatlamalar, ateşkes ilânı gibi sun’î çareler kanlı terörü sona erdirmeye yetmez. “Su uyur, terörist uyumaz” anlayışıyla her an dikkatli olmak icap ediyor.
Tabiî ki bu ifadelerden “yakalım, yıkalım” anlayışı çıkmaz, çıkmamalı. Zaten öyle bir anlayış çare olabilseydi, ‘terör’ bugünkü noktaya gelmezdi. Bu noktada, geçmişte yapılan yanlışları tekrar etmenin de bir anlamı yok. Aksine, geçmişte yapılan yanlışlardan ibret ve ders alıp yeni bir anlayışla bu mücadeleyi yapmak gerekir.
Çok tekrarlanan, fakat nedense tam anlamıyla uygulama imkânı bulunamayan bir teklif var: Terörle mücadeleyi profesyonel askerler yapsın.
Görüldüğü kadarıyla ‘zorunlu asker’lerle bu mücadelede başarılı olmak mümkün olmuyor. Geçmişte bunun örnekleri de yaşandı. Terör örgütleri düzenli hareket eden ‘ordu’lar değil. O halde ‘düşman’ın silâhıyla silâhlanmak gerekmez mi? Az ve öz, ama teröre karşı mümkün olan her türlü eğitimi almış askerlerle bu mücadelenin yapılması şarttır.
Elbette teröre karşı mücadele denince akla sadece ‘silâh’ın gelmesi de doğru değil. O da lâzım, ama öncesinde terörü besleyen sosyal ve siyasî şartların ele alınması, terörü besleyen ve büyüten hastalıkların acilen tedavi edilmesi lâzım. Aksi halde Allah korusun ağır bedeller ödemeye devam ederiz.
Bu vesile ile şehitlerimize Allah’tan (cc) rahmet diler, ailelerine de başsağlığı temennî ederiz. Mevlâm sabırlar ihsan etsin. Âmin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.