Herkesin bilmesi gerektiği kadarıyla Avrupa Birliği (3)
Avrupa Birliği’nin Kurumsal Yapısı:
AB’yi klasik uluslararası kurum ve kuruluşlardan ayıran asıl unsur onun kurumsal yapısıdır ki burada hem uluslararası hem de uluslarüstü bir yapılanma söz konusudur.
Demokrasi ile yönetilen klasik devlet modellerinde olmazsa olmaz olan kuvvetler ayrılığı ilkesi ve bu kuvvetleri oluşturan “yasama, yürütme, yargı” erklerinin yanında, AB’de bir de “karar organı” erki bulunmaktadır. Bu yapılanmada AB Parlamentosu, Yasama’yı; Avrupa Birliği Komisyonu, Yürütme’yi; Adalet Divanı, Yargı’yı; AB Konseyi de Karar Organı’nı oluşturmaktadır.
Bunların dışında AB Bütçesini yöneten bir Sayıştay, ortakların kalkınmasında finansman desteği sağlayan Avrupa Yatırım Bankası ve para ilişkilerini düzenleyen Avrupa Merkez Bankası vardır. Ayrıca vatandaşlık haklarını korumakla yükümlü “Ombudsmanlık müessesesi” ve sosyal-teknik yardımlaşmalar için “danışma organları” da mevcuttur.
AB Parlamentosu (AP):
Her ülkede yapılan milletvekili seçimlerine benzer şekilde, AB vatandaşlarınca doğrudan seçilen parlamenterlerden oluşur. Tıpkı ulusal parlamentolar gibi AB adına kanun yapar, yürütmeyi denetler, bütçeyi kontrol eder. Yasama yetkisini AB Konseyi ile paylaşır. Üye sayısı Lizbon antlaşmasında 751 ile sınırlanmıştır. Her üye ülkeden, nüfusla orantılı olarak en fazla 96 en az 6 parlamenter AP’ye girer. Üyelerin görev süresi 5 yıldır. Bir özdeyişle; Avrupa Parlamentosu, Avrupa vatandaşlarının sesidir. Bu parlamentoyu Avrupa Konseyi Parlamentosu ile karıştırmamak gerekir.
Not: AK Parti Antalya milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu Avrupa Birliği Parlamentosu’nun değil Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkeden gelen parlamenterlerin başkanlığını (Avrupa Konseyi Parlamenterler Birliği) yapmaktadır.
AB Komisyonu:
Birliğin yürütme organıdır. AB politikaları çerçevesinde yasa önerileri hazırlar, politikaların yürütmesini ve antlaşmaların korunmasını sağlar. Her üye ülkeden gelen bir komiserden oluşur; toplam sayı 27’dir.
AB Adalet Divanı:
Kurucu antlaşmaların, çıkarılan kanun, tüzük ve varılan kararların yorumlanmasında, uygulanmasında ortaya çıkan sorunları giderir. Avrupa sathında aynı anlayışı hakim kılmaya çalışır. Altı yıl için seçilen 15 Yargıç ve 9 Savcı’dan oluşur. Divan kararları kesindir; kişileri de devletleri de doğrudan bağlar. Divanın dışında, iş yükünü azaltmak ve daha basit uyuşmazlıkları çözmek üzere “Birinci Derece Mahkemeler” kurulmuştur.
AB Konseyi:
AB’nin devamlı nitelikteki (devlet ya da hükümet başkanlarının ve de dönemin Avrupa Komisyonu Başkanının zaman zaman yaptıkları Zirve’lerden sonraki) en önemli karar organıdır. Üye devletlerin taahhüt altına girdikleri yer burasıdır. İlgili Bakanlar (çoğu zaman dışişleri bakanları) alınan kararların altına imza atarlar. Başkanlık, üye devletler arasından, sırayla ve 6 ay süreyle yapılır. Yine bir özdeyiş kullanacak olursak; AB Konseyi, üye ülkelerin sesidir. (Bu Konseyi 1949 yılında kurulan ve bütün Avrupa ülkelerinin üyesi olduğu “Avrupa Konseyi” ile karıştırmamak gerekir.)
Son olarak, AB deyince çok kullanılan “müktesebat” terimine açıklık getirelim. Bu kelime ile Avrupa Topluluğu Hukuku’nun bütün unsurları kastedilmektedir. Kurucu antlaşmalar, katılım antlaşmaları, uluslararası antlaşmalar, zirve kararları, Konseyce alınan kararlar, yasalar, tüzükler, içtihatlar, direktifler, tavsiyeler, görüşler vs. hep bunun içindedir.
...Evet, bütün bunlarla yazı dizimizin sonuna gelmiş bulunmaktayız. AB hakkında bildiklerimi, öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak istedim. Umarım faydalı olmuştur. Bu noktada, AB’ye katılım hususundaki düşüncelerimi de aktarmak istiyorum.
AB bugün, ekonomik anlamda, katılım için cazibesini yitirmiştir. Milyarlarca Euro yardıma rağmen iflas durumuna gelen Yunanistan, Portekiz, İspanya hatta İtalya bunun açık birer örneğidir. Hiçbir finansal yardım almadan girdiğimiz Gümrük Birliği’ne rağmen Türkiye ekonomisinin, onlarla kıyaslanmayacak kadar iyi durumda olması da ayrıca AB’ye katılımın (ekonomik anlamda) şart olmadığını ortaya koymaktadır. Ez cümle, Avrupa Birliği 50-60 yıllık kısa ömründe, ekonomik anlamda, gençlik dönemini yaşamadan geçmiş, tabir-i caiz ise “kendisi himmete muhtaç dede, kaldı ki gayriye himmet ede” durumuna düşmüştür.
Olaya “siyasal birlik” ve “ortak savunma” açısından baktığımızda... Başta da sözünü ettiğimiz gibi “Birleşik Avrupa” fikrinin temeli, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Avrupa Devletlerinin zayıf düşmesi ve Sovyetler tarafından işgal edilmeleri korkusu idi. Bugüne kadar köprülerin altından çok sular aktı ve bu fikir geçerliliğini büyük ölçüde yitirdi. Dahası, benzer saiklerle üyesi olduğumuz NATO, hiçbir zaman, bizim açımızdan (ve tüm Müslümanlar açısından) yükümlülüğünü yerine getirmedi. Başka amaçlara hizmet eden “kötü bir örnek” oldu.
Ancak, “demokratikleşme, insan hak ve özgürlükleri, insana saygı, adalet anlayışı, bütün bunların devlet organizasyonunda kurumsallaşması, devlette şeffaflaşma, yaşamın pek çok alanında AB normlarına kavuşma, modern şehircilik vs. erekleri için böyle bir katılıma ihtiyaç olabilir” diye düşünüyorum.
Aslında Almanya’nın, herhalde epeyce kalabalık oluşumuzdan duyduğu korkudandır, ortaya attığı ve bizim de şiddetle karşı çıktığımız “imtiyazlı ortaklık” fikri (veya buna benzer bir şey), eğer AB’ye katılıma göre daha bağımsız kalarak yapılabilecek bir şey ise, hiç de yabana atılacak bir öneri değil kanımca. Belki o zaman, AB’nin kapısında “şunu, şunu aldınız, bizi almadınız; haksızlık ediyorsunuz” diye ağlaşmaktan; Rum’dan, Yunan’dan himmet, İngiliz’den, Fransız’dan, Alman’dan lütuf beklemekten kurtulmuş oluruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.