Şöyle Yürekten Bir Ağlayabilseler
Şöyle yürekten bir ağlayabilseler, çok şeyin değiştiğini görecekler. Ağlayamamak insanı katılaştırır, vahşileştirir, bencilleştirir. Görür, görmez olur. Duyar, duymaz olur. Hisseder, hissetmez olur. Yüreğindeki insani değerlerini yitirerek yüreksiz kalırlar.
Allah kimseyi bu hale düşürmesin. Böylelerin hayatlarından gözyaşı silinip gitmiştir. Kalp katılığında ve göz kuruluğunda çöllere dönmüşlerdir. İçinde yaşadıkları toplumun tamamen kendilerine benzemesini ve emirlerinde olmasını isterler.
Bunun için de ellerinden geleni arkalarına koymaz ve bu dünyada, savaşabilecek tek gayelerinin bu olduğuna inanırlar. Kendileri gibi inanmayan ve konuşmayan herkes, açık ve seçik birer düşmandır. Ve bütün mesailerini hayali bu düşmanlık üzerine harcarlar.
Düşman gördükleri velev ki onların velinimeti olsun, velev ki hayatlarını o insanlara borçlu olsunlar, velev ki, onlarsız yaşayamayacaklarını bilsinler, velev ki, onlardan başka hiç kimseyle birlikte olamayacaklarını bilsinler, yine de düşmanlıklarını sürdürürler.
Oysa gözyaşı; kalp inceliğinin, muhabbet ve merhametin ifadesidir. Hüzün, neşe, hasret, hicran, merhamet ve şefkat gibi duyguların billur taneleri şeklinde dışa vurmasıdır. İnsan genellikle sevinç, keder, emel, ümit, ayrılık ve vuslat gibi sebep ve saiklerle ağlar.
Bir de işin manevi boyutu vardır ki, ağlamayı bilmeyen ve göz kuruluğunda çöllere dönmüşlere böyle bir şeyden söz etmek elbet zül olur. Bu nedenle ağlamayı bilmeyen, ağlama nasibinden yoksun kalan ve bu yoksulluğu şeref zannedenlerin, tabiidir ki, manevi birtakım değerlere inanması beklenemez.
Gönlünde hararet olanın gözünde de yaş olur. Gözlerinin suyu çekilmiş çeşmeler gibi kupkuru kimselerin çoğunlukla içlerinde de hayat suyu yoktur. Kendileri gibi düşünmeyen ve kendileri gibi olmayan her canlıya karşı; kin, öfke, garaz ve düşmanlıkla doludur ve her fırsatta bu düşmanlıklarını sergilemekten geri kalmazlar.
Türkiye bugün; ağlama nasibinden yoksun kalmış ağlamayı bilmeyenlerle, ağlamayı bilen ve gözyaşı dökebilenlerin, merhametsizlerle merhametlilerin, şefkatsizlerle şefkatlilerin, muhabbetsizlerle muhabbetlilerin söz düellosu içerisinde zaman kaybetmektedir.
Olan millete olmaktadır, olan gelecek nesillere olmaktadır. Türkiye nüfus itibariyle genç bir kitleye sahiptir. Bu genç nüfusun dünya ile yarışacağı bir zaman diliminde; ne millete ne de devlete faydası olmayan meselelerle uğraşmak, ülkemizin ve insanımızın geleceğine ipotek koymak değil de nedir?
Ne adına, kim adına? Bu kavgadan kim kârlı çıkacaktır. Kimse kârlı çıkmayacaktır. Kim kaybedecektir? Millet kaybedecek, ülke kaybedecektir. Gözyaşları kurumuş kesim 50 yıldır aynı kavgayı vermektedir ve bugüne kadar hangi barışı ve esenliği getirmişlerdir?
Merhametten ve şefkatten yoksun, acıma hissini kaybetmiş, vicdan sözcüğünü bile unutmuş insanların, kendi çıkarları dışında milletin tek ferdi adına hangi mücadeleyi verdikleri görülmüştür ve millet bunlardan ne zaman bir himmet istemiştir?
Allah kimsenin yolunu yolsuza düşürmesin. İnsanın yolu yolsuza düşünce; ne akıl kâr ediyor ne de fikir. Ne bir düşüncenin faydası oluyor ne de bir sözün. İnsana benzer insandan öte bir varlık oluyor böyleleri. Bu yüzden, Allah kimseye akıl ve düşünce yoksulluğu vermesin.
İnsanoğlu umutlu bir varlıktır. Umudunu koruyabilen ve umutlu yaşabilen insanlar, eninde sonunda felaha ererler. Umutsuzlarla umutluların mücadelesinde er geç umutlu olanlar kazanır. Umudunu yitirenin yarını olmaz. Umutlu insanlar, yarınlı insanlardır.
Bu sebeple; “Yarının sahibi Allah’tır” diyerek umudumuzu asla yitirmeden yapabileceğimiz her şeyin en doğrusunu yapmalı ve yaptığımız her doğrunun da bize ve bizden sonrakilere faydası olup olmayacağına bakmalıdır.
Topluma faydası olmayan doğrular, peşin peşin yapılan yanlışlardır. Yanlışta ısrar, kişinin kendisine ve içinde yaşadığı topluma muhalefeti demektir. çoğunluğun kabul ettiği meselelerde vicdan, azınlığın kabul ettiği meselelerde de felaket vardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.