Halkın Ve Aydınların Devleti Denetim Zorunluluğu
Biz burada “kötülükle mücadele şekillerini” yazdık. El, dil ve kalple yapılan mücadele ve ehemmiyetini anlattık. Kamuoyu baskısının bu çağda değerini işledik. “İslam’da İtaat Meselesi” ile ilgili kitaplık çapta yazılarımızı bitirirken, son bir kez daha idarecileri uyarmak için, “İdarecilere Hatırlatmalar” yazımızı yazdık.
Bir de ne görelim! Yazılarımızı en çok takip ettiğini yorumlarından zannettiğimiz kardeşlerimizin bir kısmı bizi anlamamış gibi davranıyor. Buna şaşırdım doğrusu…
Mesela Mehmed Salih rümuzlu yorumcu kardeşimiz “Yaptırımsız hatırlatma etkisizdir” başlığı altında “günümüzde"i̇yiliği emretme kötülükden sakındırma" prensibinin,gücünün etkisi sınırlı olan bireyin bunu karşılayamayacağı açıktır.i̇nsanlık kan dökmeksizin, partilere verilmiş siyasi gücün varlığından yararlanarak dikta rejimlerin işbaşına gelmesine, dolayısıyla zulmüne engel olabilir.” Diyor.
İyi de, Kur’an “zikra, tezkire, nasihat, tebliğ” gibi sözel uyarıları Peygamber ve mü’minlere emrediyor ve “feinne’z zikra tenfau’l mü’minîn” diyor. Yani “hatırlatma mü’minlere fayda verir” diyor. Kur’an diyorsa söz de iş de orda biter sevgili kardeşim. Üstelik bu hatırlatmalar o gelişin sağlanması için en etkin propaganda sayılır. Nasıl faydasız denebilir?
Asç rümuzlu yorumcumuz da “Zalımları Hatırlatmak Neye Yarar” diyor. Hayret bir şey! Hangi peygamber adil bir topluma geldi ki? Vazifsi de hatırlatmak, tebliğ etmekten başka değildi ki... Sağolsun “mesud” ona cevap vererk yüreğimize su serpti.
“koneviyy” kardeşimiz de çok ilginç bir noktaya temas etmiş: “hocam çok şükür bir idarecilik görevimiz yok. fakat ben bir babayım. ben de idare ettiklerimden mesulum hadise göre. i̇hmal eder hak yersem veya yedirirsem ben de bu tehdite dahil miyim? yoksa bunlar devlet idarecileri hakkında mı?”
Hassasiyetinizden dolayı tebrikler. Evet, evlatlarımız arasında da adaletli olmalıyız. Bundan sorumluyuz. Yoksa kardeşler arasında buğz, nefret ve adavet oluşur. Toplum da böyle böyle dirdirinden kopar, bölünür parçalanır.
Evet, biz hepimiz, özellikle de aydınlarımız, adil veya zalim olsun, iktidarları ve yöneticileri denetlemek zorundayız. İyi iseler yardımcı olur dua ederiz. Kötü iseler usulüne uygun olarak ikaz eder, uyarırız. Bunu yapmazsak saygıyı hak edemeyiz.
Bu sebeple Raşit halifeler, halkın kendilerini kontrol etmesini her zaman istemiş ve işlerini alimlere danışarak yürütmüşlerdir. Hz. Ebu Bekir’in daha halife seçilir seçilmez ilk hutbesinde söyledikleri çok önemlidir:
“Ben iyilik yaparsam, bana yardım ediniz. Bir kötülük yaptığımda da beni doğrultunuz. Sizin aranızda Allah ve Resulüne itaat etiğim sürece bana uyunuz. Değilse, itaat gerekmez.”
Hz Ömer de: “Kim bende bir eğrilik görürse, onu düzeltsin.” diyordu.
Bir gün:
-Ben haktan saparsam, ne yaparsınız? diye sormuştu. Bir bedevi kalktı ve:
-Kılıçlarımızla düzeltiriz, diye haykırdı.
Hz Ömer mutlu oldu ve Allah’a hamd etti…
Hilafetin saltanata dönüşmesinden sonra alimlerin denetim ve gözetim işi, eskisi gibi kolay olmuyordu. Doğru söylemenin ölüm getirdiği meclisler, toplum içinde dilden dile dolaşıyordu.
Ancak o günlerde, Allah’a sarsılmaz bir imanla bağlı olan nice alimler, cihadın en güzelini yapıyor, zalim sultanların suratlarına gerçekleri haykırıyorlardı. Bu uğurda dayak yiyen, dili koparılan, zindanlarda çürüyen veya boynu vurulanlar az değildi. İslam tarihinin altın tabloları yanında, maalesef böylesi kapkara utanç sayfaları da vardır.
İşte bir örnek:
Bir gün Urve b. Ed’iye, Muaviye’nin Basra valisi Ubeydullah b. Ziyad’a, “İslam’dan önce olan beş şey sizde de oldu” diyerek, ayetlerle desteklediği bazı kötü işleri saydı ve uyardı.
Ubeydullah b. Ziyad O’nu yakalatarak önce el ve ayaklarını kestirdi. Sonra huzuruna alarak tekrar düşüncesini sordu. O da “Sen benim dünyamı harap ettin, ben de senin ahiretini yıktım.” Dedi.
Bunun üzerine İbn Ziyad onu öldürttüğü gibi, adam gönderip evindeki masum kızını da öldürttü. (Komisyon, Büyük İslam Tarihi, 2/301-302.)
Konuyla ilgili birçok örneği, değişik kitaplardan takip edebilirsiniz. “İslam’da Devlet ve Siyaset” isimli kitabımızın “Düşünce Ve İfade özgürlüğünde Bozulmalar” kısmında bu konuya dair bir hayli örnek verilmiştir. Oraya da bakılabilir.
Bu konuda çağımızdan da birkaç muhteşem örnek vermek istiyorum. İki örneğin kahramanını ümmet çok iyi bilmektedir. İlk örneği, Bedîüzzaman Said Nursî’den görelim; Divan-ı harp kurulmuş, mahkeme penceresinden görünen manzara müthiştir: “Şeriat isteriz” dedikleri iddiasıyla on beş insan darağacında sallanmaktadır.
Mahkeme reisi, manzaraya bir göz atarak, sesine daha da azamet vermek istemiştir. Pür hiddet sorar.
-Sen de şeriat istedin mi? İşte şeriat isteyenlar böyle asılırlar!..
Pencereden görülen dehşetli manzaraya bir kez daha göz atar kahraman Bediuzzaman Said Nursi ve konuşur:
-Şeriatın bir hakikatine bin ruhum olsa fedaya hazırım! Zira şeriat, saadet sebebidir, sırf adalet ve fazilettir. Ahirete gitmeye kemal-i iştiyakla müheyyayım, hazırım… Acaib ve garaib güzelliklerin sergilendiği ahireti büyük bir istekle görmek istiyorum, beni oraya göndermek ceza değildir. Sizin elinizden gelirse beni vicdanen muazzeb ediniz. Degilse, başka suretle azap, azap değil, benim için bir şandır.Bu haydut hükümet, istibdat zamanında akla husumet ederdi. Şimdi de hayata düşmanlık ediyor. Eğer hükümet böyle olursa, yaşasın cünün! Yaşasın ölüm! Zalimler için Yaşasın Cehennem!..” (Said Nursi, Asar-ı Bediiye s. 302)
Kanaat-i acizemizceBedîüzzaman Said Nursî’yi büyük yapan okyanus gibi ilmi ve ucu bucağı görülmeyen engin tefekkürü değil, o bilgi ve tefekkürün arkasında duran sarsılmaz şahsiyet ve kahraman mücadelesidir. Biz de işte O’nun bu tarafına hayranız…
İkinci örneğimiz şehit Abdulkadir Udeh’ten. Çağdaş firavunlardan Cemal Abdunnasır, İhvan-ı Müslimin adına kendisiyle konuşan aziz şehide karşı içinde büyük bir kin besliyordu. Fethi Yeken’e göre, onun idam edilmesindeki en büyük sebebi şuydu:
“1954’de Udeh, Abdunnasır’a İhvan’ın kapatılmaması için nasihatta bulunarak, eğer kapatılırsa İhvan’a bağlı gençlerin, liderlerinden izinsiz herhangi bir harekette bulunabileceğinden korkulacağını söyler. Bunun üzerine Cemal Abdunnasır:
-İhvan-ı Müslimin’in sayısı ne kadardır? diye sordu.
-İki veya üç milyon.
-İhvan’ın sayısı yedi milyon olsa bile, ben halkın üçte birini gözden çıkarabilirim!
-Bir kişinin hayatına yedi milyon. Bu senin yanına kalmaz Cemal!..”
Her ne kadar resmi karar gerekçeleri başka başka olsa da, Abdulkadir Udeh’in gerek İhvan içindeki konumu, gerekse zalimler karşısındaki açık tavrı, idam edilmesinin gerçek sebeblerindendi.( Fethi Yeken, Çağdaş Davet Önderleri, s. 96)