Siyasette tamamen iktidar olunsa bile...
Kendimizi aldatıp sorumluluklarımızdan kaçabilir miyiz? Farz-ı muhal dindarlar siyasette tam anlamıyla iktidar olsa bile, Kur’ân’ın talebeleri, hadimleri yine Kur’ân hakikatlerini anlatmaya, iman hizmetini yapmaya devam etmeyecekler mi?
Bir kere istisnasız her mü’min, “İyiliği emret, kötülükten vazgeçir” 1 fermanınca, “emr-i bil-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker” ile mükellef.
Mübelliğlerin mübelliği Resûl-i Ekrem (asm), bu hakikati, “Sizden kim bir çirkinlik görürse, eliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse, kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir” 2 şeklinde beyan ile tefsir etmiş.
Sorumluluklarımızı yerine getirmek, kudsî hizmeti îfâ etmek için bir takım özelliklerle cihazlanmamız kaçınılmaz.
Bu hadis-i şerif, ‘Ben ibadetimi yaparım, kimseye kötülük yapmam, etliye sütlüye de karışmam!’ fasit anlayışını reddediyor. Yani, iman ve Kur’ân hizmeti, tebliği mecburiyet hâline getiriyor. Etliye sütlüye karışmayan adam:
“Diktatörler, komünistleri hapsetti, imdat istediler, gitmedim. Sonra dindarları tutukladılar, ses çıkarmadım. Sonra sosyalistleri yakaladılar, ses çıkarmadım. Sonra gazetecilere, düşünen beyinlere baskı yaptılar, aldırmadım. Sıra bana geldi, ‘İmdat!’ diye bağırdım, ama, sesimi duyacak kimse kalmamıştı…”
Ağır ve büyük mükellefiyet Nur Talebelerinin omuzunda. Zira, “Bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid’alar, dalâletler içerisinde bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz halde, gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş. Elbette, herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle ihlâsı kazanmaya mecbur ve mükellefiz.” 3
Sahibüzzaman tarafından, bir vazife ile daha görevlendirilmişlerdir:
“İşte, ey Risâle-i Nur şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz.” 4
Sonuç ne olursa olsun, Kur’ân hakikatlerini her zaman için benimsemeye, özümsemeye, yaşamaya ve anlatmaya çalışmak büyük bir ihtiyaç. İman hizmetini ifa etmek bitmez bir vazife, bir mükellefiyet, bir mecburiyet...
Dipnotlar:
1- Lokman Sûresi, 17. 2- Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte, s. 243. 3- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, YAN, s. 164. 4- B. S. Nursî, Lem’alar, s. 165.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.