Krizin basamakları
Daha önce iki-üç kez yazdım. Benim bir tezim var: 2008 Eylül'ünde patlak veren bu kriz, tarihin sıradan bir yol kazası değil.
Krizi bir yanardağ patlamasına benzetirsek, henüz derinliklerden yükselen homurtular sürecinde bulunuyoruz.
Hele dağ bir lav püskürtmeye başlasın; kızılca kıyameti asıl o zaman göreceğiz, daha doğrusu yaşayacağız.
Bir defa daha hatırlatayım; tezim şu: Bu kriz, hiçbir ışığın sızmadığı, ucu görünmeyen, tam çıktığınızı sandığınız anda bir başkasına girdiğiniz bir tüneller dizisi.
Kriz, "Finansal" sektörde başladı: ABD'deki riskli konut kredileri piyasasının çökmesiyle. Ve daha önemlisi, dünyanın en büyük bankalarından "Lehman Brothers"ın batırılmasıyla.
Bu iflas ABD Hazinesi'ne 650 milyar dolarlık yük getirdi. Daha önemlisi, Atlantik'in iki yakasında bankacılık sistemini temellerinden sarstı. Devletler, kamu maliyeleri, bankaları kurtarmak için oluk oluk kaynak aktardılar. Vergi mükelleflerinin paralarından.
Kriz daha sonra reel ekonomiye sıçradı. Kasaları boşalan bankalar kredi musluklarını kesince, fabrikalar, şirketler havasız kaldı. Çalışanların maaşları ödenememeye başladı, hızlı ve yoğun kadro daralmasına gidildi.
Üçüncü aşama "Sosyal" kriz oldu: İşten çıkarılan kitleler, iş bulamayan gençler, en verimli çağlarında kendilerini sokakta bulan orta yaş kuşağı, besin fiyatlarındaki artış nedeniyle ay sonunu getirememeye başlayan emekliler sokağa döküldüler. Bu sosyal kriz bazı ülkelerde isyana yol açtı. Özellikle Sahra Altı Afrika'da. Bazı ülkelerde rejimleri devirdi. Özellikle Magrip'te ve Körfez emirliklerinde: Tunus, Mısır, Bahreyn. Bazı ülkelerde de yönetimlerin de ötesinde sisteme karşı başkaldırıya dönüştü: İspanya'daki "Aşağılanmışlar" hareketi bunun en somut örneği. Yunanistan'daki zincirleme grevler, "Ödemiyoruz" kampanyası ve Atina'da Sintagma Meydanı'nda aylarca süren kaos-çatışma ortamı bir başka örneği.
İngiltere'de hâlâ dumanları tüten sokak isyanları da keza bu sürecin bir başka patlaması. Başkaldırının sadece Avrupa ile sınırlı olduğunu sanmayın. Örneğin, Çin'de yılda en az 80-90 bin ayaklanma oluyor. Dahası, her hafta en az bir-iki kez İngiltere'deki sokak isyanının büyüklüğünde şiddet olayları yaşanıyor.
Bir sonraki aşama: Sosyal patlamaya çözüm bulunamazsa, kriz önlenemez biçimde "Siyaset" alanına kayacak.
Yönetimlere, iktidarlara güven dibe vuracak. Şimdi o aşamadayız. Dün yazdım:
Sarkozy'ye Fransızlar, Merkel'e Almanlar, Obama'ya Amerikalılar artık inanmıyorlar.
Bu ülkelerin tümünde de işbaşındaki yönetimlere güven yüzde 50'nin epeyce altına inmiş durumda. Neden? Çünkü bankaları kurtarmak için tüm kaynaklarını aktaran devletler şimdi tamtakır kasayla, ondan da önemlisi gayrısafi yurt içi hasılalarının bile üstünde kamu borcuyla ülkeyi yönetmeye çalışıyorlar.
Bu güven açığına demokratik sistem içinde çözüm bulunamazsa, kriz daha da tehlikeli bir aşamaya tırmanacak: Rejim krizine geçilecek. Yani, demokrasi dışı arayışlar ortaya çıkacak. Demokrasiden beslenen ama ilk fırsatta demokrasiyi yıkmak için tetikte bekleyen aşırı sağ akımlar iktidar alternatifi olmaya başlayacak Hatta başladı bile. Örneğin, Macaristan'da sağ ve aşırı sağ karışımı bir iktidar var. Fransa'da aşırı sağ güçleniyor ve Sarkozy onun önünü kesmek için iyice sağa kayıyor. Almanya'da Neo-Naziler artık iyice "Görünür" oldular. Sözü uzatmaya gerek yok, Norveç'te "Haçlı Seferi" başlatmak isteyen Anders Behring Breivik'in korkunç katliamı tek başına her şeyi anlatmaya yeterli.
Ya sonra ?
Rejim krizi demek, aşırı sağ demek, ya da Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand'ın ifadesiyle, "Milliyetçilik demek, savaş demek!"
Hem de küresel savaş. Yani, Üçüncü Dünya Savaşı.
"Bu çağda, bu küreselleşme sürecinde savaş mümkün mü" demeyin. Kulak verin; ayak sesleri yakınlaşmaya başladı bile.
Nasıl mı? Onu da yarından sonraya bırakayım. Çünkü yarın "SABAH'tan Mektup" günü.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.