Ali Ferşadoğlu

Ali Ferşadoğlu

İmanlı bakış ve eğlence

İmanlı bakış ve eğlence

Tilki, avlanmak için dolaşırken, bir horoza rastlar. Durup onu hayran hayran seyreder. Horoz ona:

“Hey dostum, ne gördün de öyle hayran hayran bakıyorsun?”
“Ey güzeller şahı! Şu senin şehlâ gözlerine bayıldım, bakışlarına hayran oldum. Çok güzelsin, Allah güzelliğini bağışlasın. Acaba gözlerini yumunca da o kadar güzel oluyor musun? Lütfetsen de, bir an gözlerin kapalı iken kendini seyrettirsen!”
Horoz, bu süslü sözlere aldanarak gözlerini kapatır; tilki hemen onu kapıverir. Horoz da kurtuluş çâreleri düşünmeye başlar:
“Ey bilgili avcı, sihirli oyuncu! Sana binlerce âferin! Bütün övgülere lâyıksın! Ben şahlara, padişahlara lâyık bir yemeğim. Mâdem sana kısmet oldum, beni bir an bırak, son demlerimde bir kere sana saygı duruşunda bulunayım!”
Tilki ağzını açar açmaz, horoz kaçar ve her ikisi de şöyle der:
“Lânet olsun, boş, tatlı övgüye kanıp gözünü yumana!”
“Lânet olsun, gösterişe aldanıp ağzını açana!”
***
İmân, her şeyi güzel gösteren bir gözlüktür. Ve sağlam bir inanç, güven, teslimiyet, huzur, mutluluk olduğuna göre; elbette yansıması da böyle olmalıdır. İmân; hayatın ve olayların olumsuz yönlerinin dahi sonuç itibariyle güzel olduğunu gösterir.
Şu halde, dini bütün, yani imanı güçlü bir mü’min asık suratlı olamaz. Zira, kâinat, bütün unsurlarıyla neşveyle raks ediyor. Mü’min huzurlu, mutlu ve daima mütebessimdir. Çünkü Kur’ân ve Sünnet bütün beklentilerine ve sorularına cevap verir; onu sonsuz yokluktan, azaptan kurtarır; Cennetle müjdeler. Hattâ, bin senelik Cennet mutluluğu; bir saat Allah’ın cemâlini görmeye mukabil gelmeyen sonsuz bir hayat müjdeler.
Esma-i Hüsna penceresinden hayata bakan bir insan geniş ufuklu, gayet hoşgörülü, son derece nazik ve nazenindir. Meselâ; Halîm ve Latîf “mülâyim, nâzik, yumuşak, güzel, şirin ve hoş” anlamları olan Esmâ-i Hüsnâ’dan ikisidir. Latîf, “arzusunu sana rıfkla ulaştıran, mahiyeti idrak edilmeyecek kadar latîf olan” mânâsındadır. “Habib”, seven ve sevilen yüce Allah’ın esmâsındandır.
***
İslâm kültürü ile yoğrulan milletlerin mizahı da, salt nefse yönelik bir gülmece-güldürmece değildir. Temel özelliği nezaket, zarafet, zekâ, öğüt, edep, ahlâk, haya ve tebessümdür. Kur’ân lâtife ve mizaha müsaade ederken; başkalarının haysiyet ve şerefini zedeleyici, onları toplum içindeki itibarlarını düşürücü alay ile ağır şakalardan ve çirkin lakâp takmaktan mü’minleri men eder:
“Ey imân edenler! Bir topluluk, bir diğer topluluğu alaya almasın; belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Kadınlar da diğer kadınları alaya almasın; belki onlar kendilerinden daha hayırlıdır. Birbirinizi ayıplamayın; birbirinize kötü lakâplar takmayın. İmân ettikten sonra bir mü’mine fâsıklık yakıştırmak ne kötüdür! Kim bu günahları işler ve tevbe etmezse, işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir.” (Hucurât Sûresi, 11)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Ferşadoğlu Arşivi