Teravih ve içtihad
Cemaatle teravih namazı kılma meselesine şu İlâhî emirler çerçevesinde de yaklaşabiliriz: “Namazı kılın, zekâtı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin.”1 “Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. O’nu sabah akşam tesbih edin.”2 “Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.”3 “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın.”4
İslâmda cemaate verilen önemin, bizzat Resûlullahın (asm) dilince ifadesi ise şöyle: “Cemaatle kılınan namaz, yalnız başına kılınandan yirmi yedi kat sevaptır.”5
Teravih namazını, Kur’ân’ın bu ve benzeri yüzlerce emri, Sünnet-i Seniyye, Sahabe-i Kiramın, müçtehid imamların ve asırlar boyu Müslümanların devam ettire geldikleri uygulamalar çerçevesinde değerlendirebilir, ayrıca ona güzel bir âdet olarak da bakabiliriz. Bu yaklaşımın ne zararı var, ne günahı var! Ya bu güzel geleneğin yasaklanmasını istemek hangi akla hizmet etmektir?
Eğer “Biz de içtihad ediyoruz!” diye düşünüyorlarsa, hatırlatalım: Dinin zarûriyâtı ki, içtihad onlara giremez. Çünkü, katî ve muayyendirler. Hem, o zarûriyât kùt ve gıdâ hükmündedirler. Şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti, onların ikàmesine ve ihyâsına sarf etmek lâzım gelirken, İslâmiyetin nazariyât kısmında ve selefin içtihadât-ı sâfiyâne ve hâlisânesiyle bütün zamanların hâcâtına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp heveskârâne yeni içtihatlar yapmak, bid’akârâne bir hıyânettir… Şu münkerât zamanında ve âdât-ı ecânibin istilâsı ânında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalâletin tahribâtı hengâmında, içtihad nâmiyle, kasr-ı İslâmiyet’ten yeni kapılar açıp duvarlarından muharriplerin girmesine vesîle olacak delikler açmak, İslâmiyet’e cinâyettir.6
Sahanın uzmanları, otoriteleri müçtehidler, mezhep imamlarıdır. Onlar da ibadetleri Kur’ân ve Sünnet-i Seniyye’ye dayandırarak tasnif etmiş, kaideye bağlamışlardır. Değiştirmeye ihtiyaç olmayan, kesinleşmiş, yerleşmiş esaslardır. Yani, namaz, oruç ve sair ibadetler Kur’ân ve Sünnet ışığında tasnif edilip kesin karara bağlanmışlardır. “Bütün zamanların hâcâtına dar gelmeyen efkârları” bunu ifade eder. Yeni bir içtihada gerek yoktur. Kaldı ki, eğer bu hususta ihtiyaç olsaydı, en büyük bir müceddid ve müçtehid olarak Bediüzzaman Said Nursî bunu yapardı.
Lâyık ve ehil olmadığı halde ‘müçtehidlik’ ve ‘şeyhlik’ taslayanlara şu ölçü çerçevesinde bakabiliriz:
Eğer başkasını basit göstererek, başkasını küçülterek meziyetini artırıyorsa, parçalanma ve dağılmayı gerektiren tarafgirlik ve gıybetle kendisine ilgi ve sevgiyi artırıp, başkasına düşmanlık bulaştırıyorsa, şeyhlik taslayan, koyun postuna girmiş bir kurttur; davula bedel dine ve kitaba vuran ve bahşiş toplamak isteyen bir çingenedir. Din ile, dünyayı avlamaya gider. Ya kötülenmiş bir lezzet, ya basit bir heves alıyor veya hatalı bir içtihad onu aldatmıştır. Böylece kendisini iyi bir şeyh zannedip, gerçek şeyhler hakkında da kötü düşünülmesine meydan açmıştır.7
Dipnotlar: 1- Bakara Suresi, 43. 2- Ahzâb Suresi, 41-42.; 3- Cuma Suresi, 10.; 4- Âl-i İmrân Suresi, 103.; 5-Tirmizî’nin Salat, 161.; 6-Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 442-443.; 7- Bediüzzaman, Münâzarât, s. 49.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.