Muhalefetin de bir hudûdu vardır
İbnü'l-Cevzî'nin iki ciltlik "Kitâbu'l-Ezkıyâ"sı (Zekîler Kitabı) ve "Kitabu'l Hamka ve'l-Mugaffelîn"i (Ahmak ve Dalgınlar Kitabı) eskimeyen klasiklerimizden. "Acaba hicretin 6. asrında Müslümanlar neye gülüyorlar, neyi ahmaklık nişânesi sayıyorlar?" merakıyla eğildiğim kitapta beğendiğim birkaç kıssa ve kısa nükteyi sizlerle paylaşmama müsaade eder misiniz?
Eğer okuduğunuz kıssalardan bazılarına günümüzde hâlâ rastladığınız oluyorsa şüphesiz sizin dalgınlığınız söz konusudur!
Evvelâ "Efendimiz"den bir tesbit: "Aklının sağlamlığını bilmeden, kişinin Müslümanlığına hayran olmayınız". Ardından Ebu Zekeriyâ'dan bir rivâyet: "Kişi Cennette aklı ölçüsünde zevk alır".
Vaktiyle Bağdad'ın köprü tarafında iki âmâ dilenci vardı. Dilenirlerken biri "Ali için!", diğeri ise "Muaviye için!" derdi. İnsanlar da onları destekler ve ikiye ayrılırdı. Desteklediklerine fazla verirlerdi. Akşam olduğunda dilenciler bir araya gelerek bu şekilde topladıkları paraları aralarında paylaşırlardı!
Yine vaktiyle zulmüyle meşhur Haccac, kendisini tanımayan bir köylüyle konuşuyordu. Ona dedi ki,
-Ey köylü, Haccac hakkında ne dersin?
-Zâlim ve haindir!
-Öyleyse onu Abdülmelik'e (halifeye) niçin şikâyet etmedin?
-Allah ona lânet etsin; o daha zâlim ve hain biridir!
Derken maiyeti etrafına toplanınca köylü Haccac'ı tanıdı. Haccac köylünün ata bindirilmesini emretti. Köylü hemen atını Haccac'a doğru sürerek,
-Ey Haccac dedi, aman bu konuştuklarımız aramızda kalsın ve sakın kimse öğrenmesin!
Bunun üzerine Haccac güldü ve köylüyü serbest bıraktı.
Taassubun ne kadar körleşebildiğini anlatan müthiş bir kıssa:
Haricî terörünün kol gezdiği devirde Vâsıl bin Âtâ, beraberindeki insanlarla yolculuk ederken silahlı bir Hârici topluluğu ile karşılaştılar. Vâsıl, yanındakilere şöyle tembihte bulundu, "Hiç kimse konuşmasın, sözü bana bırakın". Harîciler mûtad üzre bu topluluğu kendilerine muhalif Müslümanlar addederek katletmeye kalkıştıklarında Vâsıl onlara, "Biz müşrikleriz ve Allah'ın kelâmını işitmeye geldik" cevabını verdi. Bunun üzerine Hariciler yumuşadı, içlerinden birisi Kur'an okumaya başladı. Bitirince Vâsıl, "Allah'ın kelâmını işittik, şimdi bize nasıl güvende olacağımızı ve İslâm'a nasıl gireceğimizi bildirin" dedi. Bunun üzerine Hâriciler gereken mâlumatı verdikleri gibi, Vâsıl'ın da aralarında bulunduğu topluluğun kendi mıntıkalarında güvenle seyahat etmesine izin verdiler.
Birisi, imama uymuş namaz kılıyordu; derken imam takıldı ve sürekli olarak "euzü" (taşlanmış şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım) çekmeye başladı. Bu hal epey devam edince arkadaki adam dedi ki,
-Şeytanın ne günahı var birâder; sen okumasını bilmiyorsun!
Bir emirin maiyetindeki danışmanlardan biri, birara küçük abdeste sıkışarak dışarı çıktı. Dönüşte emir, "neredeydin?" diye sorunca danışman şöyle cevap verdi,
-Görüşümü düzeltmeye gitmiştim de efendim!
Adamın biri, bir tufeylî (otlakçı) ile yola çıkmıştı. Acıktıklarında adam tufeylîye,
-Git biraz et satın al, dedi. Tufeylî, "vallahi yapamam" cevabını verince adam çâresiz gidip eti aldı, bu defa,
-Bari eti doğra, diye rica etti; tufeylî, "Vallahi bu işlerden anlamam" diye geçiştirdi. Adam eti pişirmek için ocağa koydu,
-Kalk şu eti karıştır bâri!
-Vallahi beceremem, üstüme-başıma dökerim...
Nihayet et pişti, sofraya konuldu. Adam, "Buyur bâri beraber yiyelim" davetinde bulununca tufeylî canlandı,
-Vallahi sana çokça muhalefet etmekten utanıyorum, diyerek sofraya kuruluverdi.