On Büyük Helâk Edici Âfet
MÜSLÜMANIN en büyük, en yaman, en azgın, en korkunç, en helâk edici düşmanları nelerdir? Kur'andan ve Sünnetten çıkartılmış hayırlı bilgiler ihtiva eden (içeren) din, ahlâk, tasavvuf kitaplarında bunlar bildirilmektedir. Özet olarak sıralıyorum:
1. Müslümanın nefs-i emmâresidir.
Emmare, kötülüğü çok isteyen demektir. Bir Müslüman nefs-i emmaresini zincire vuramaz, dizginleyemez, kontrol edemezse onun işi çok zordur. Nefs-i emmare seviye ve statüsünden, nefs-i levvame derecesine geçmedikçe kurtuluş olmaz. Nefs-i emmare nasıl dizginlenir? Kur'ana ve Sünnete uyarak... Evliyaullahın ve kâmil mürşitlerin nasihatlarını tutarak.
2. Para ve mal hırsı.
Bir müslümanın gözünde para ana değer olmuşsa onun hali dumandır. Para için her haltı yer, rüşvet alır, haram gelir elde eder, haram komisyonlar, Şeriatın haram ve batıl dediği ticarî, iktisadî, malî muameleler... Bu devirde dıştan Müslüman görünen nice sefil, zengin olmak için ne boyalara giriyor. Bundan 40 sene önce radikal mücahit idi. Şimdi müteahhit oldu. Artık cihattan mihattan hiç bahsetmiyor. Zengin oldu ama ahiretini berbat etti.
3. Riyaset hırsı, yani başkanlık ihtirası.
Türkçe'de bir söz vardır: Baş ol da isterse soğan başı olsun... İslam ahlâkına göre, başkanlık hırsı ve talebi mezmum (kötülenmiş) bir ahlâktır. Müslümanlıkta başkanlığa talip olmak haramdır. Kendisi istemedi, başkaları sen başkan ol dediler, ehliyet ve liyakati yoksa kabul etmek yine haramdır. İslamî başkanlık ateşten bir gömlektir. Hazret-i Ömer şehit edildi, Hazret-i Osman şehit edildi, Hazret-i Ali şehit edildi, Hazret-i Hüseyin Kerbelâ'da şehit edildi... Zamanımıza gelelim: Adnan Menderes İmralı'da feci şekilde idam edildi. Evet, başkanlığın ateşten bir gömlek olduğunda hiç şüphe yoktur. Tâlip olanlara şaşırılır.
4. Hizip, fırka, cemaat, tarikat, meşreb taassubu.
Gerçek tarikatlar elbette çok faydalı, çok hayırlı, çok mübarek kurumlardır. Bir Müslüman nasibi varsa bunlardan birine girebilir, tarikatlı olabilir. Lakin kesinlikle tarikatçılık yapmaması gerekir. "Benim şeyhim çok büyük, senin şeyhin çok küçük... Benim şeyhim senin şeyhini döver... Benim tarikatım çok parlak, senin tarikatın çok sönük... Benim tarikatımın iftar ziyafeti çok görkemliydi, senin tarikatının ziyafeti hiç iyi değildi..." gibi laflar edenler gerçek tarikatlı, gerçek derviş, olgun sufî değildir. Aklı başında bir Müslüman Ehl-i Sünnet dairesi içindeki çeşitliliği vesile ederek aptalca üstünlükler taslamaz. Sadece 5 dervişi olan bir şeyh, bir milyon bağlısı olan diğer bir şeyhten ilim, irfan, takva bakımından üstün olabilir. Şeytan, bu devirde Müslümanları cemaatçilik ve tarikatçılık tuzağına çok düşürüyor.
5. Müslümanları aldatmak, zamanımızın öldürücü afetlerindendir.
Aldatan bir kimse gerçek ve olgun Müslüman değildir. Aldatmakla Müslümanlık bir arada olmaz. Müslüman Müslümana yalan söylememelidir, Müslüman gayrimüslime bile vermiş olduğu sözü tutmalı, vaadi yerine getirmelidir. Müslüman emanetlere hıyanet etmemelidir. Müslüman ehli olmadığı bir memuriyeti, işi, başkanlığı, makamı, mevkii kabul etmez.
6. Lüks ve İsraf...
İsraf, Kur'an ve Sünnet tarafından kötülenmiş büyük bir günahtır, haramdır. Nefs-i emmare israf etmek ister. İnsan israf ederken, gurura ve kibre kapılır. Gurur ve kibir sahibinin ayağı kayar, belasını bulur. Bu devirde lüks tutkunluğunun, israfın ne kadar yaygın olduğuna, ne kadar tabii görüldüğüne dikkat ediniz. Adamın 40 bin liralık bir otomobil işini görecek, gidiyor 140 bin liralık alıyor, 100 bin lirasını lükse bağlıyor. Sonra bu otomobil ona gurur ve kibir veriyor. Ucuz otomobilleri görünce "Şu tenekelere bak, şunlara binen rezil ve sefillere bak. Benim arabam ne güzel, ne lüks!.." diyor. Zavallı sürüngen, zavallı solucan, sen bu lüks arabayla Cennete mi gidiyorsun, Cehenneme mi? İnsanların en hayırlısı olan, beşeriyeti karanlıktan çıkartıp nura götüren Resulullah Efendimize bak, ne kadar mütevazı yaşadı. Bazen ata, deveye binerdi ama genelde mütevazı bir katırla yolculuk yapardı. Hiçbir zaman israf etmedi, lüks sergilemedi, eline büyük servetler geçti, hepsini hayır yolunda dağıttı. Sık sık aç kaldığı bile oldu. Sen o büyük zata iman edeceksin ve sonra lüks, israf ve sefahat çukurlarında debeleneceksin. Bu ne korkunç beyinsizliktir!
7. Müslümanları sevmemek.
Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Müslümanlar birbirlerini sevmezlerse gerçekten iman etmiş olmazlar buyurmuştur. Kusursuz Müslüman olmaz. Biz öncelikle onun kusuruna değil, imanına, Müslümanlığına bakmalıyız... Resulullah Efendimiz bir gün yanında ashaptan birkaç kişi olduğu halde bir çöplüğün yanından geçiyormuş, oraya atılmış, şişmiş, kurtlanmış, pis kokular saçan bir köpek ölüsü görmüşler. Ashap burunlarını tıkayarak aman efendim buradan çabuk geçelim demişler, Efendimiz tebessüm buyurmuş, "Bu köpeğin dişleri ne kadar beyaz" demiş... Kusurlu ve günahkar da olsa, Müslüman dışlanmaz, çünkü onda iman vardır. Peki, Müslümanın aşîkâre, cehrî büyük günahlarına göz mü yumalım? Fâsık-ı mütecâhire elbette göz yumulmaz ama o kimsede iman olduğu müddetçe onu dışlayamayız. Açıkta işlediği günahları tenkit ederiz, o kadar. Müslümanı tecessüs etmeye, yani onun gizli günah ve ayıplarını araştırmaya hakkımız yoktur. Gerçek Müslüman o kimsedir ki, kendi günah, ayıp, kusur ve hatalarına ağlamaktan ve üzülmekten başkalarının günah ve ayıplarını göremez. Zamanımızda bazı mutaassıp (fanatik) cemaatçiler, din kardeşlerine düşmanlık ediyor, onları dışlıyor, buna mukabil, kâfirleri dost ve veli ediniyor. Böyle bir şey Kur'ana aykırıdır. Bu gibi fanatikler doğru ve haklı tenkitleri duymak istemiyorlar, edene düşman oluyorlar; yalan da olsa övgü, pohpoh ve yalakalığa bayılıyorlar. Hattâ, bazılarının kendilerini övdürmek için para vererek kitap yazdırdıklarını bile duyuyoruz. Peygamberimiz, "Meddahların (övücülerin) suratlarına toprak saçınız" buyurmuştur. Yazıklar olsun!
8. Müslümanın en büyük düşmanı dilidir.
İmam Birgivî Hazretlerinin "Tarikat-ı Muhammediye" eserinin büyük kısmı dil âfetlerine ayrılmıştır. Dünyada hiçbir din İslam kadar gıybeti kötülememiş, bağlılarını lisan âfetlerine karşı uyarmamıştır. Hal böyle iken, dünyada gıybet en fazla Müslüman toplumlar arasında yaygındır. Eskiden İslam toplumu sekülerleşmemişti, ulema ve fukaha, şeyhler ve mürşitler Müslümanlara nasihat ediyorlardı, şimdi bu da kalmadı. Dil âfetleri toplumu pençesine aldı, birtakım sorumsuz kimseler din kardeşlerinin haysiyetine, özel hayatına, hakkına hukukuna, şerefine namusuna saldırmaya, gizli ayıpları faş etmeye başladılar. Dilini tutanlara ne mutlu...
9. Zamanımızda fitnevizyon denilen cihaza bağımlılık Müslüman toplumu kasıp kavuran korkunç bir âfettir. Adam 5 vakit namazını kılan, Ramazan'da oruç tutan, hanımı tesettürlü bir Müslüman, evinin baş köşesine bir fitnevizyon cihazı koymuş, işten eve gelir gelmez, bu şeytanî, deccalî, süfyanî, tağutî cihazı açıyor ve evin içine pislik, fuhuş, zina, işret, kumar, yalan, dolan, iftira, küfür, şirk lağımları akıyor. Ya Rabbi, bu ne korkunç felakettir! Bizim Müslüman aile bu fitnevizyon cihazının karşısına geçiyor, kah kah kah, keh keh keh, heh heh heh gülerek, zaman zaman da bazı üzücü şeylere hayıflanıp ağlayarak seyrediyor. Bu cihaza öyle bağımlı olmuşlar ki, ezan okunurken kapatmıyorlar bile. Sonra da kendilerini Cennetlik sâlih Müslüman sanıyorlar. Vah vah vah!.. Zehî gaflet...
10. Onuncu büyük kötülük imkânı olan insanların doyduktan sonra yemeleridir. İslam'da zuhur eden ilk bid'at, Hazret-i Aişe validemizden nakledilen bir hadîse göre, insanların doyduktan sonra yiyerek semirmeleridir. Zamanımızda bu çok yaygındır. Zengin Müslümanlar aşırı tıkınıp sindirim sancısı çeker, fakir Müslümanlar açlık sancısı içinde inler... Müslüman kesimin bir kısmı yeme içmeyi, tıkınmayı, lüks israflı ve ihtişamlı sofraları dinî hizmetlerin üzerinde görüyorlar. Senede kim bilir kaç milyar dolarlık lüks tıkınma israfımız var. Bu yüzden sağlığımız bozuluyor. Aşırı yemek yiyorlar, şişmanlıyorlar, sonra zayıflama faaliyetleri, diyetler, zayıflama hapları, fitnes salonlarına çuvalla para verip kilo kaybetme çabaları... Birkaç kilo veriyor, sonra tekrar tıkınıp onları geri alıyor. Şeytanî bir fasit daire (kısır döngü). Peygamberimiz ve sâlihler gibi yeseler içseler bunlara hiç lüzum kalmayacak. Zenginler çok yediği için, fakirlerin bir kısmı yeteri kadar doymuyor, aç kalıyor.