Helâl lokma ye
Helâl ve haramın içi içe geçtiği dehşetli bir asırda, devirde yaşıyoruz. Helâl ve haram birbirinin tersi, zıddı olan şeylerdir. Helâl, dinî bakımdan yasaklanmamış olan şey iken, haram ise yenilmesi, içilmesi ve yapılması yasaklanan şeylerdir. Nasıl ki bu asırda iyi ile kötü, doğru ile yalan aynı ‘pazar’da satılıyor, öyle de helâl ile haram da birlikte, maalesef aynı ‘dükkân’da satışa sunulmuş vaziyette.
Dış görünüşte helâl ve haram ‘lokma’lar arasında fark olmayabilir, ama o lokmalar ‘kan’a karıştığında netice çok değişir. Helâl lokma yiyip, hayır duâ alanlar huzurlu bir hayat sürerken, harama bulaşanlar ise dünyada da kaybederler. Bu bakımdan, haram ve helâl ayırımına çok dikkat etmek ve bu konuda hassas olmak icap eder.
Emekli Müftü Yahya Alkın, geçen aylarda Yeni Asya’da yayınlanan bir sohbetinde şöyle demişti: “Haram lokmadan çok kaçınalım. Hani şimdi bir lâf var ki, ‘Haram helâl ver Allah’ım, senin kulun yer Allah’ım.’ Kapitalist sistemin anlayışı bu. Çok yanlış bir anlayış. Bu inançsızların dünyasıdır. Müslümanın dünyasında haram olmamalı. Buna çok önem verelim. Anneler babalar mutlu değil. Niye? Rızıklara haram bulaşmıştır da ondan. Haram lokma ile beslenen, asi olur.” (Yeni Asya, 25 Nisan 2011)
Ekseriyetle çocuklarımızın ‘asi’ olduğundan şikâyet ederiz. O halde; cebimize, evimize, mutfağımıza ve kursaklarımıza girenlere biraz daha dikkat etmek icap ediyor.
Tarihe iz bırakan ve her zaman hayırla yâr edilenlerin bu konuda çok hassas olduklarını öğreniyoruz. Yüzlerce misali vardır, ama şehit Başbakan Adnan Menderes’in ve Milli Eğitim Bakanı merhum Tevfik İleri’nin de bu hususta çok dikkatli olduğunu öğreniyoruz. Tevfik İleri’nin ‘not’larından meydana gelen “Vefa Apartmanı”nın yazarı Sadık Yalsızuçanlar, onun bu yönünü anlatırken şöyle demiş: “(Tevfik İleri’nin) Çocuklarının da böylesine temiz olmaları onların rızıklarına haram karışmamış olmasıyla açıklanabilir bir şey. Bugün bu hassasiyete sahip insanların azaldığını görüyoruz. Yediğine içtiğine kılı kırk yaracak şekilde dikkat etmek... (...) Bunu sonradan eğitimle sağlamak mümkün değildir.” (Konuşan: Hüseyin Küçükali, Genç dergisi, Haziran 2011)
Başka bir ‘helâl lokma’ hassasiyeti de merhum Musa Topbaş’tan. Evlâdı Melek Topbaş, babasını anlatırken şöyle konuşmuş: “(Evlilik noktasında) Dikkat ettikleri husus, damat adayının mesleğini sorardı. Mesleğini sormaktan maksat, ne kazandığını öğrenmek değil, kazancının meşru olup olmadığını öğrenmekti. Kazancın helâl yoldan olmasına çok ehemmiyet verirdi.” (Altınoluk dergisi, Temmuz 2001)
Hatırlanacağı üzere Bediüzzaman Said Nursî gibi bir âlime anne-babalık yapan Mirza Efendi ve Nuriye Hanım da ‘helâl lokma’ konusunda çok hassas davranmışlardır. Bediüzzaman’ın babası Mirza Efendi, hayvanlarını otlatmak için götürürken, yol kenarlarındaki komşuların yerinden otlayamasınlar diye hayvanlarının ağızlarını bezle bağlarmış. Helâl lokma hususunda bu derece hassasiyet, Said Nursî gibi bir âlimin yeşitmesine de biiznillah vesile olmuştur.
Bütün bu tarihî gerçekler önümüzde olduğu halde, “Para olsun da nasıl olursa olsun” diyebilmek mümkün mü? “Helâl lokma”yı önemsememek, para ve dünya menfaati için kendimizin ve çocuklarımızın geleceğini tehlikeye atmak anlaşılabilir mi?
Ya Rabbi! Bizi, aile efradımızı ve bütün mü’minleri ‘haram lokma’dan koru. Âmin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.