İnsan ruhunun giriş kapıları
Denize giren insanları izlerken aklıma eğlenceli bir konu geldi: Acaba bir deniz-psikolojisi yapılabilir mi?
İnsanların denizle ilişkisi başlı başına inceleme alanı olabilir belki de... Kişiler incelenebilir, makaleler, kitaplar yazılabilir.
(Peki, bir işe yarar mı? Psikolog ya da psikiyatr olmadığım için bilemiyorum.)
Bunu bana düşündüren, bir adamın (sanırım Alman'dı) suyla güreşircesine yüzmesi oldu.
Sanki deniz suyu, reçel ya da deterjan gibi yoğun bir sıvıymış, o da bu sıvı içinde ilerlemek için büyük çaba sarf ediyormuş gibi yüzüyordu.
***
Sadece yüzme biçimi değil, denize girme zamanı, suya hazırlanış ve giriş anı da çeşitli kategorilere ayrılabilir:
Zaman... Mesela olabildiğince erken saatte girenler vardır. Kahvaltı etmeden, deniz (genellikle) henüz dalgalanmamışken, hava henüz fazla ısınmamışken...
Tabii bunun tersi de söz konusu. Kahvaltı etmeden, keyif kahvesi içmeden, güneş yükselmeden, saat 10.00-10.30 olmadan suya adım atmaz kimisi.
Hazırlanış... Denize girmeden önce uzun uzun düşünenler vardır. Kimi bileklerine kadar girip durur. Etrafa bakar, koluna, bacağına, göğsüne dokunur.
Kimi iskelede ya da merdivende oturup "Düşünen Adam" edasıyla denize bakmaya başlar.
Ben son yıllarda Kürtçülüğe soyunan ünlü bir işadamının merdivende 20 dakika geçirdiğine şahit olmuştum. Allah'tan çevrede girmek ya da çıkmak isteyen kimse yoktu...
***
Yavaşlara karşı, hızlılar da çoktur. Ani bir hareketle şezlongdan kalkıp iskelenin ucuna giderler ve merdivenden iniverirler suya... Daha da hızlıları cup diye atlar.
Yüzme... Bazısı denizle kaynaşarak ilerlemeyi tercih eder. Genellikle kulaç atarak yüzerler. Kurbağalama yüzenler de olur.
Mesafe almak, bir yerden başka bir yere (örneğin iskeleden dubaya) gitmek bu tipler için önemlidir.
Onların karşıtı çok yavaş yüzenlerdir. Ses ve köpük çıkarmazlar. Ayak çırpmazlar. Suya düşmüş hafif bir nesne gibi ağır ağır hareket ederler. Uzaklaştıklarını fark etmezsiniz.
***
Yüzmede başka tercihler de vardır. Örneğin kimisi açılır, mümkün olduğunca ileri gider. Onların karşın safında kıyıdan uzaklaşmayanlar yer alır.
Ünlü bir entelektüelimiz asla açılmaz, hep kıyıya paralel yüzerdi. Yüzmeyi geç bir yaşta öğrendiğini duyduğumda anlamıştım asıl sorunu: Yüzmeyi bırakıp doğrulduğunda, ayaklarını yere basmak istiyordu. Bir tür emniyet arayışı olsa gerek...
***
Acaba deniz neyi simgeliyor insanlar için? Hayat mı mesela? Hayata karşı nasıl bir tavır alıyorsak, denize de aynısını mı yapıyoruz?
Yoksa aşk mı? Aşk ilişkimizin "paralel dünyası" olabilir mi deniz?
Güneş hâlâ ısıttığı ve birçok insan denize girdiği için yazdım bu konuyu.
Belki de "kritik nesneler psikolojisi" demek gerek: Nedir kritik nesneler?
Bunlar kayıtsız kalamayacağımız, bizde bazı düşünce ve duygular uyandıran nesnelerdir.
Örneğin yüksek bölgelerde denizin karşılığı "kar" olabilir. Denizle ilişki nasıl insanın kişiliği hakkınca sürüyle ipucu sağlıyorsa, karla olan ilişkisi de sağlayabilir.
Sadece doğal nesneler değil elbette söz konusu olan: Mesela "bıçak" da bir kritik nesne değil mi? İnsanların bıçakla ilişkisi de çeşit çeşittir.
Acemice tutanlar, oynamayı sevenler, doğramaktan hoşlananlar, küçük veya büyük, süslü veya sade, tırtıllı veya düz bıçakları tercih edenler...
Kritik nesneler insan ruhunun giriş kapılarıdır.