Hâlâ 27 Mayıs'ı savunabilmek...
Türk siyasetinin yaşadığı temel sorunların çoğunun müdahale türü gelişmeler sonrasındaki olağanüstülüklerin bir ürünü olduğu görülüyor. önceki gün 27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleşen darbenin yıldönümü idi. Yayınlanan yazılara, yapılan yorum ve değerlendirmelere bakıldığında büyük ekseriyetinin hâlâ bir eleştirel yaklaşımın ve darbenin sonuçlarının irdelenmesinin ürünü olmayıp dönemin iktidarının yaptığı bazı hatalar, darbe sonrasındaki gelişmeler ve kazanımlar üzerinde durduğu gözleniyordu.
Hâlâ darbe ve benzeri türdeki müdahalelere karşı bir duruş sergileyeceğine bir tür manipülatif bir biçimde "…ama iktidar da şu hataları yapmıştı, muhalefet partisi uyarmıştı" benzeri savunmalara baş vurulduğu görülüyor.
Bu yaklaşımın arka planında nasıl bir ruh halinin saklı olduğunun iyi analiz edilmesi ve bunun siyasete verdiği tahrip edici zararın ortaya konulması gerekiyor. Türk aydınının ilkesel duruştan çok konjonktürel ve pragmatist denebilecek tavrının en belirgin şekilde ortaya çıktığı sosyal olayların müdahale ve darbe dönemleri olduğu söylenebilir. 27 Mayıs 1960 darbesi söz konusu olduğunda bu darbenin kendisine karşı yapıldığını düşünen toplum kesimi karşı tavrını ortaya koyuyor. Bu anlaşılabilir bir durumdur. Bu kesim yani darbe ile görevden uzaklaştırılan, insanlık dışı muamelelere maruz kalan, mahkum edilen iktidar yanlıları darbeye karşı olmanın yanında darbenin getirdiği başta anayasaya ve rejime de karşı olmuşlardır. Yıllarca mağdur ve mazlum edilmişlikleri öne sürmüşlerdir. 1965 genel seçiminde oyların yüzde 52 gibi çok yüksek bir kısmını alarak iktidar olmuşsalar da darbenin ürünü rejimi değiştirme noktasında başarılı olamamışlardır. En basitinden eski Demokrat Partililere af getirme hususunda bile büyük sıkıntılar yaşanmış ve darbe yanlılarının tehdit ve güç gösterileri karşısında tekliflerini geri çekmek veya zamana yaymak zorunda kalmışlardır.
Bunun yanında darbeye bir biçimde destek veren siyasi kadrolar ile bürokrasi çevreleri tavizsiz bir şekilde konumlarını güçlendirmiş, meşruiyet sorununun yarattığı sıkıntıları aşmak için olmadık yollara başvurmuş ve iddialarını aradan geçen bunca zamana rağmen sürdürmüşlerdir. Bugün bile bu konu tartışılırken "…ama iktidar da anayasayı ihlal etmişti, muhalefete baskı yapmıştı, çoğunluk dimtatoryası kurmaya çalışmıştı…" gibi savunmalara yönelmesi anlaşılır gibi değil.
En azından bugün bulunduğumuz noktada demokrasiye karşı yapılmış olan bu suikastı, bütün toplam kesimlerinin ilkesel bir hassasiyetle ele alması, eleştirmesi ve bu olayın meydana getirdiği sonuçları tartışması beklenir. Hâlâ darbeyi meşrulaştırabilmek için çeşitli argümanlara sığınmanın, darbenin aktif aktörlerini tartışmalardan kaçırmanın demokratik hayatımıza hiçbir yararının olmadığını bilmek ihtiyacı var. Halkın oylarıyla ülkeyi yönetme sorumluluğunu elde etmiş bir iktidar kadrosu, yine halkın oyu dışında hiçbir şekilde iktidardan uzaklaştırılamayacağını çok net şekilde ifade etmemiz gerekir. Hiçbir hukuk sistemi darbeye başvuran ve halkın iradesiyle görev yapan bir siyasi kadroyu silah zoruyla iktidardan uzaklaştıran bir cuntayı haklı çıkaramaz. Bu demokrasi için en temel bir ilkedir. Eğer güç kullanımı yoluyla iktidarın ele geçirilmesi bir biçimde onaylanırsa bu durumda seçimin, halkın özgür tercihinin, sandıkta hesap vermenin hiçbir anlamı ve önemi kalmaz. Bu gün hâlâ seçime, halkın tercihine, partilere, iktidarın eylemlerine karşı küçümseyici bir bakış varsa bunun gerisinde darbeler karşısındaki onaylayıcı tavır gizlidir.
27 Mayısı meşrulaştırma gayreti içerisinde olanlar 1961 Anayasasının liberal ve özgürlükleri genişleten niteliğine vurgu yaparlar. Bunun dahi darbeyi meşrulaştırma çabasının yanıltıcı bir ürünü olduğu ortadadır. Bu anayasanın uygulandığı yirmi yıllık süre içerisinde nasıl bir toplumsal bölünme yarattığı ve siyasi tartışmaların sebebi olduğu unutulmamalı. Yapılmasında toplumun en az yarısının yer almadığı, halk oylamasında yine yarıya yakının ret oyu verdiği bir anayasa, içerik olarak mükemmel olsa bile toplumsal meşruiyetten yoksundur. Ayrıca bu anayasanın siyaset ile idare arasındaki dengeyi iyice sorunsallaştırdığı, demokratikleşme hususunda hâlâ sorun haline gelen bürokrasinin siyasi tutum ve eylemlerine kullanılabilir bir zemin oluşturduğu, siyaseti marjinalleştirip şekilsel hale getirdiği de unutulmamalıdır. Anayasaya ilişkin savunmalar da darbe yanlılarının veya darbe içerisinde yer alanların bir propagandasından ve toplumun büyük ekseriyeti nezdindeki olumsuz konumundan kurtulma çabasından başka bir şey değildir.
Darbe ve benzeri olağanüstülükleri sorgulayamayan, bu tür olaylara eleştirel bakamayan, ilkesel bir duruş gösteremeyen toplumların demokratikleşme çabalarının hep sorunlu olduğu tecrübe ile sabit bir gerçektir.