Bilginin Bilince Dönüşümü
Müslüman güzel insandır. İmanıyla, ibadetiyle, hukuka bağlılığı ile ve ahlakı ile güzel bir insan. Herkesin görünce sevmese bile sevindiği, güvendiği, yanında emniyet ve barışı hissettiği insan. İnsanların aklına, idrakine, nutkuna ve tecrübelerine değer verdiği insan. Yanında aldatılmayacağına, ihanet edilmeyeceğine, horlanıp hakaret edilmeyeceğine inandığı insandır. Yanlışlarının bile gerekirse yumuşaklıkla düzeltileceğine, belki de yüzüne vurulmayarak hiç belli edilmeyeceğine inanılan insan.
Bu insanın zirve örneği, Sevgili Peygamberimiz Efendimizdir. (sav) o yüzden Allah Teâlâ onu alemlere rahmet ve en güzel örnek olarak sunmuştur. Bu örnekliği alınmayacaksa, o Peygambere imanın anlamı nedir?
İnsanı en iyi anlayanlar, en yakınlarıdır. Başkalarının yanında insan rol yaparak bir zaman olduğundan farklı görünebilir. Aldatabilir insanları hakkında bir kanaat edinirken. Ama bunu mesela eşine karşı yapamaz. Mesela evladına, kardeşlerine, yakın arkadaşlarına karşı pek beceremez. Çünkü sürekli rol yapılmaz. Yapılıyorsa artık o rol değil, haldir, makamdır.
O yüzden bir insanın değerini en yakınlarının şehadetlerinde aramalıyız. Onlar “iyidir” diyorsa, iyidir gerçekten. Yok “bana sorun onu asıl siz…” diyorlarsa, orda biraz durup düşünmek, yeniden değerlendirmek gerekir herhalde.
Sevgili Peygamberimizin bu konularda binlerce yaşanmış misali vardır. O, kendisine olan büyük sevgiyi beleş kazanmamıştır. Her birisinin arkasında ahlak ve ikram vardır. İşte bir örnek:
Önce şunu söyleyelim; siz hiç evladını yitiren ve sürekli onu arayan ana baba gördünüz mü? Evet, televizyonda bu tür programlar var, oralarda görüyoruz. Ben birkaç kere yaşadım da. Yani evladını kaybeden bir annenin o çılgın davranışlarını bizzat gördüm. Allah kimseye yaşatmasın.
İşte o kaybın gelen bir haberi, veya sesinin duyulması, dahası bulunup getirilmesi, o anne baba katında nedir? Bunun tarifi olamaz. Bu, ancak görülerek kavranılabilir bir şeydir. Nitekim biz bile o kayıplara ulaşıldığında anne ve babaların, hısım ve akrabaların o feryat ile sarılmalarına baktığımızda gözyaşlarımızı tutamıyoruz. Biz bu kadar etkileniyorsak, onlar kim bilir neler yaşıyorlardır…
İşte böyle bir olay ve işte sevgili Peygamberimizin daha peygamber olmadan o güzel davranışı…
Zeyd bin Hârise, sekiz yaşında iken Benî Kayn süvârileri tarafından yapılan bir baskında kaçırılıp köle olarak satılmak üzere Ukâz Panayırı’na getirilmişti. Hakîm bin Hizâm, onu halası Hazret-i Hatîce için dört yüz dirheme satın aldı. Âlemlerin Efendisi Zeyd’i görünce:
“Bu köle benim olsaydı muhakkak onu âzâd ederdim!” buyurdu.
Hazret-i Hatîce:
“–O zaman Sen’in olsun!” dedi.
Peygamber Efendimiz de onu hemen âzâd etti. (İbn-i Hişâm, I, 266; İbn-i Sa’d, III, 40)
Zeyd’in babası oğlunun kaybolmasına çok üzülmüş ve onu aramaya çıkmıştı. Zeyd’in Mekke’de olduğunu hacılardan öğrenince, hemen kardeşiyle birlikte gelip Âlemlerin Efendisi’ni buldular. Zeyd’in bedelini teklif ederek fiyat husûsunda insaflı davranmasını istediler. Efendimiz:
“–Bundan başka bir çözüm yolu olamaz mı?” buyurdu.
“–Nedir o?” diye sorduklarında, Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve selle- Efendi’miz:
“–Onu çağırın ve tercihte serbest bırakın! Eğer sizi seçerse hiçbir bedel ödemenize gerek yok! Eğer beni tercih ederse, vallahi benimle kalmak isteyeni hiç kimseye bırakmam!” buyurdu.
Zeyd’in babası ile amcası:
“–Sen bize karşı çok insaflı davrandın, büyük lütuf ve ihsanda bulundun!” diyerek memnûniyetlerini izhar ettiler.
Zeyd ise:
“–Vallahi ey Emin! Ben hiçbir kimseyi Sa. Nah tercih etmem! Sen benim için anne ve baba makâmındasın. Ben ancak Sen’in yanında kalırım.” dedi.
Baba ve amcasının serzenişte bulunmaları üzerine de:
“–Ben bu zattan öyle şeyler gördüm ki, hiçbir kimseyi O’na tercih edemem. O’ndan hiçbir zaman ayrılmayacağım!” dedi.
Varlık Nuru, Zeyd’in sadâkatini görünce elinden tutup Kâbe’ye götürdü ve:
“–Ey insanlar! Şahit olunuz ki Zeyd benim oğlumdur” diyerek onu evlat edindi.
Zeyd -radıyallâhu anh-’ın babası ve amcası bunu görünce, gönül huzuruyla memleketlerine döndüler. (İbn-i Hişâm, I, 267; İbn-i Sa’d, III, 42)
Bu ahlakı gören insanlar nasıl sevinmez ve sahibini sevmezler?
Çağımızda eksikliğini duyduğumuz bu davranış biçimidir, bu ahlaktır. Bizi biz yapacak, bizi sevdirecek, bizi diriltecek ve yeniden ayağa kaldıracak, bu ahlaktır. Bilgi bile bu ahlaka bir aracı, bir vesile olduğu için güzeldir.
Değilse kıymeti ne?