Okul, veli, öğretmen
On altı milyon öğrecinin ders başı yapmasıyla yeni eğitim ve öğretim yılı başladı. Haliyle sistemdeki gelişmeler de medyanın gündemine yerleşti. Geçen yıla göre en temel değişiklik, hazırlanan bir Kanun Hükmünde Kararname ile ‘eğitimin hedefi’nin yeniden tanzim edilmiş olmasıdır. Özetlemek gerekirse düne kadar eğitimde aranan “inkılaplara uygunluk” kriteri kararname ile değişti, sistem daha ‘demokratik’ oldu.
Yine ifade etmek gerekir ki, bu müsbet değişikliğin nasıl uygulanacağı da önemlidir. Temennimiz, bu değişikliğin ‘kâğıt üstünde’ kalmamasıdır.
Her müsbet gelişmeye itiraz eden CHP, Yetki Kanunu’na dayanarak çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerden (KHK) 11’inin iptali için Anayasa Mahkemesine gitmiş. Duâ edelim de eğitimle ilgili KHK’nın itirazı için de mahkemeye getmesin. Ya da, CHP itiraz etse bile Anayasa Mahkemesi bu müsbet adımı iptal etmesin...
Eğitimciler Birliği Sendikası Genel Sekreteri Ahmet Özer, 2011-2012 eğitim-öğretim yılının başlaması dolayısıyla yaptığı açıklamada, “Yeni dönemde, (...) eğitimin ve eğitim çalışanlarının sorunlarına çözüm üretilmesi, 28 Şubat döneminden kalma militarist uygulamaların kaldırılması yönündeki beklentilerin bir an önce karşılanması gerekmektedir” demiş.
Her darbe döneminde olduğu gibi “post-modern darbe” kabul edilen 28 Şubat [1997] sürecinde de eğitime öldürücü darbeler vuruldu. Gerek meslek liselerinin önünü kesen ‘katsayı’ uygulaması ve gerekse yayılan ‘korku’ ile birlikte bütün eğitim sisteminde tedavisi on yıllar sürecek derin yaralar açıldı. Bu yaraların sarılması ve tedavi edilmesi için okul, veli ve öğretmen üçlüsüne büyük görevler düşüyor.
Maalesef okullarımız ve eğitim sistemimiz istenen mânâda ‘veli’lere açık değil. Çok az sayıdaki okulda ‘veli görüşme odaları’ bulunuyor. Çoğu okul, öğrencinin halini sormak için gelen velilere; “Niçin geldiniz?” dercesine muamele ediyor.
Elbette kabahatin tamamını sisteme ve yöneticilere yükleme kolaylığına da kaçmamak lazım. Yeni eğitim yılının ilk gününde, bir vesile ile bulunduğum lisede şahit olduğum durum biz ‘veli’lerin de ciddî sorumluluğu olduğunu hatırlattı. İlgili okulda müdür yardımcısının odasındayken iki veli yanlarında iki öğrenci ile çıkageldiler. Veliler, ‘düz lise’de sınıfta kalan çocuklarını ‘imam hatip lisesi’ne kaydetmek istiyordu. Okul yöneticisi, çocukları tanımak için “Kaç dersten sınıfta kaldınız?” diye sordu. Öğrenciler sıkılarak “10 dersten” diyerek cevap verdi. Bu cevap karşısında işin doğrusu ben de şok oldum. Okul yöneticisi öğrencilere, “Siz dışarda bekleyin, biz velinizle konuşuruz” diyerek çocukları dışarı gönderdi. Sonra da velilerine dönüp, “Düz lisede 12 dersin 10’unu veremeyip sınıfta kalan bu öğrencileri hangi düşünce ile bu okula kaydetmeye getirdiniz? Burası bir imam hatip lisesi ve normal lise derslerine ilave olarak Kur’ân ve Arapça gibi meslek dersleri var. Bu öğrenciler nasıl başarılı olacak?” diye sordu.
Veliler, gayet sakin: “Bunların 10 dersten sınıfta kalmış olmaları onların ‘geri zekâlı’ olduğunu göstermez. Bu okulda başarılı olacaklarına inanıyoruz” diye cevap verdiler.
Bu konuşmalara şahit olunca önce kendimi o velilerin yerine koyayak “Acaba ben de öyle der miydim? Acaba bütün veliler böyle mi düşünüyor?” diye ciddî ciddî halimizden endişe ettim...
Elbette bir öğrencinin 10 dersten sınıfta kalması onu ‘geri zekâlı’ kılmaz, ama ciddî bir problemin varlığını da göstermez mi? Okul da, veli de, öğretmen de imtihanda; vesselâm!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.