Ayasofya, ah Ayasofya!
1 Haziran tarihi, Ayasofya’da ilk Cuma namazı kılınışının 555. yıldönümüydü. Başka konular araya girdiği için günü gününe yazamadık. Ama tümüyle ıskalamak ahlâki olmayacaktır. çünkü Ayasofya bir “sembol mabet”dir. Fethin kalbidir.
Ayasofya dendiğinde içini hicranla çekmeyen bir “Anadolu insanı” bulmak zordur. Tabii bu sözüm “Anadolu insanı” özelliklerini koruyanlara ilişkindir: Doğu ile Batı arasında bocalamaktan tıknefes olmuş, ya da kendi değerlerini elinin tersiyle itip kendi halkına yabancılaşmış olanları kapsamaz.
Ayasofya bu milletin yüreğinde yetmişdört senelik bir hüzündür! Cami oluşundan tam 481 sene sonra çıkarılan bir bakanlar kurulu kararıyla, Ayasofya Camii, müzeye çevrilip namaza kapatılmıştır. Bu münasebetle bir kez daha söylüyorum: Osmanlı Devleti’nin kuruluş amacı Bizans’ın fethi, fethin dayanağı, Peygamber-i âlişan Efendimiz’in fethe ilişkin müjdesi ("Konstantîniye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır, onu fetheden askerler ne güzel askerlerdir!" [Kaynak: Ahmed bin Hanbel, Müsned; c.4, s.335] şeklindeki meşhur hadis-i şerif), müjdenin yüreği ise Ayasofya’dır.
Ayasofya’yı sıradan bir mabet olmaktan çıkarıp sembolleştiren saik, Peygamber müjdesi şehrin yüreğini teşkil etmesidir. Bu kimliği ile Ayasofya, Osmanlı asırlarında çok önemsenmiş, o kadar ki, Ayasofya imamına saray protokolünde yer verilmiştir.
Bırakınız tarihi kimliğini bir yana, fetihten sonra, fetih ordusunun ilk Cuma namazını kıldığı mâbed olarak düşünmek bile, Ayasofya’nın “cami” olarak hizmet vermesindeki zaruret ortaya çıkar.
O anı düşünür müsünüz?.. Salı günü fethedilen Bizans’ın en büyük mabedi Ayasofya baş döndürücü bir hızla Müslümanlaştırılıp Cuma namazına hazırlanmış, Fatih Sultan Mehmed’in yanıbaşında camiye giren hocası Molla Ak Şemsüddin, camiyi hınca hınç dolduran fetih ordusuna hitaben yaptığı konuşmaya, “Ey gaziler!..” diye başlamış, “bilin ve agâh olun ki, cümleniz hakkında Ahirzaman Peygamberi ol Server-i Kâinat Efendimiz Hazretleri, ‘Onlar ne güzel askerdir’ buyurmuştur. İnşallah cümlemiz mağfuruz. Fakat gaza malını israf etmeyüb Konstantiniyye içinde hayır ve hasenata sarf ve Padişahınıza itaat ve muhabbet ediniz” demiştir.
Konuşmasının ardından şanlı talebesinin başına iki çatal ablak sorguç takmış ve sözlerini “fisebil-illâh mücahid” olması dileğiyle tamamlamıştır: “Bütün Al-i Osman’ın ab-ı ruyu [şerefi, namusu, haysiyeti] oldun. Heman mücahid-i fi sebil-illâh ol!”
İşte bu sebeple Ayasofya büyük fethi sembolize etmektedir. Ne hazin ki, tam 481 sene Müslümanların secdegâhı işlevini gördükten sonra, varlığı bile tartışmalı 14. 11.1934 tarihli bir bakanlar kurulu kararıyla müzeye çevrilip namaza kapatılmıştır. İşte kararın metni:
“Sayı: 2/1589
“Maarif Vekilliğinden yazılan 14.11.1934 tarih ve 94041 sayılı tezkerede; eşsiz bir mimarlık, sanat abidesi olan İstanbul’daki Ayasofya Camii’nin tarihî vaziyeti itibarıyla müzeye çevrilmesi bütün Şark âlemini sevindireceği ve insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı cihetle bunun müzeye çevrilmesi, çevresindeki evkafa ait dükkânların yıktırılması ve diğerlerinin de evkafça istimlâk edilmesi suretiyle güzelleştirilmesi ve tamiri ve daimî muhafazası masraflarına karşılık da evkafça bu sene ve gelecek seneler bütçelerinden muayyen bir para ayrılması hakkında bir karar ittihazı istenilmiş ve Evkaf Umum Müdürlüğü’nden yazılan 153197/107 sayılı mütalâanamede, bu caminin Bizanslılardan kalma bir eser olması hasebiyle hiçbir vakfı olmadığı ve her ne kadar cami olduktan sonra sultanlar ve halk tarafından bazı gelirler bağlanmışsa da bunlardan aşar olarak bağlanan sultan gelirlerinin kaldırılmış olduğu ve halk tarafından bağlanan gelirler ise Kur'an okumak ve buna benzer belli ve nerede olursa olsun yapılabilir dinî emekler için olup müzeye çevrilmesi ve korunması için verilecek bir geliri bulunmadığı ve şimdiye kadar tamiri, gelirine bakmadan diğer vakıflarla bir arada yapılabilmekte olan bu bina cami olmaktan çıkınca artık buna da imkân kalmayacağı ve bütçelerinin bugünkü vaziyeti herhangi bir yardıma da yol bırakmamakta olduğu ve çevresindeki yapılardan evkafa ait olanları yıkmak ve kaldırmak elden gelirse de ötekine berikine ait olanların evkafça satın alınmasına imkân bulunduğu bildirilmiştir.
Bu iş İcra Vekilleri Heyeti’nde 24.11.1934’te görüşülerek caminin çevresindeki evkafa ait binaların Evkaf Umum Müdürlüğü’nce yıktırılarak temizlettirilmesi ve diğer binaların istimlâk, yıkma ve binanın tamir ve muhafazası masrafları da Maarif Vekilliği’nce verilmek suretiyle Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur.” (İmzalar)
•
1453'te İstanbul’u fetheden Osmanlılar Ayasofya'yı harabe halinde buldular. Muhteşem mozaiklerinin çoğu yağmalanmış, altın, gümüş gibi değerli madenler, bir zamanlar Bizans’ı kurtarmak için İstanbul’a gelen Haçlılar tarafından yağmalanmıştı. Müverrih Tursun Bey, bir görgü şahidi olarak fethin Ayasofya’sını şöyle anlatıyor:
“Onun rahnesine taş koyacak bir mimar kalmamış, mamur olarak sadece bir kubbesi kalmıştı. Padişah-ı Cihan bu binayı harab ve yebab (yıkık) görünce, ahir harap olmasın deyüp tamirini ve bakımını emretti.”
İşte bu yüzden Ayasofya, Hıristiyan Bizans’tan çok, Müslüman Türk’ün eseridir. Bu gerçeği Paul Wittek gibi vicdanlı müsteşrikler bile vurgulama gereği duymuşlardır.
Wittek şöyle diyor: “Ayasofya’nın, bu muhteşem kilisenin muhafazasını, asırlar görmüş yapının zamanın tahribatına karşı müdafaasını, sırf Türklerin sahip olduğu teknik maharete ve iktisadî kaynaklara borçlu olduğumuzu itiraf edelim.”
Başka söze ne gerek var?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.