İmam ve öğretmenin rekabeti değil, aynîleşmesi hedef alınmadıkça..
(öNEMLİ NOT: Dünkü yazımda, ‘Demirel, çiller ve Yılmaz gibi muhafazakâr kesimlere dayanan başbakanlar bile, Batılılara, ‘Türkiye’deki dinci gelişmenin önlenememesi, sadece bizim kaybetmemiz mânâsına gelmez, Batı’nın da kaybı olur, demekteydiler..’ cümlesinde birkaç kelime, bana aid teknik bir hata ile silindiğinden, mânâ kaybolmuştur.. Düzeltirim..)
önce bir anekdot.. İstanbul’da Bosna’lı bir hanım komşum vardı. ‘2. Dünya Savaşı’ndaki Hitler Almanyası’nın istilâsına karşı, Mareşal Joseph Broz Tito liderliğinde mücadele veren ‘komünist partizanlar’ arasında yer alan Müslümanların bir marşını mırıldanırdı, Boşnak Sırpçasıyla.. Marşın nakaratı, “Bizim ‘imam’ımız Tito’dur!” (!?) şeklinde..
‘İmam’ kelimesi Sırpça metin içinde aynen yer alıyordu. Bir komüniste ‘imam’ denilmesi tuhaf gelmişti de, komşum, ‘İmam, yani lider..’ diye izah etmişti.. İşin doğrusu da oydu.
Evet, ‘İmam’, ‘lider/ öncü’ demektir. Tesbihin ‘imame’si de aynı mânâdadır. Ama bugün toplumumuz, o asıl mânâdan uzaklaş(tırıl)dığı için, ‘imam’ deyince, genelde, sadece ‘namaz kıldıran kişiler’i anlıyor.. Gerçekte ise, ‘İmam’, evet, Müslümanlara namaz da kıldırır; ama, o namaz kıldırma bile, Müslüman'ın sosyal hayatının bir küçük maketi mesâbesindedir ve ‘İmam’ Müslüman toplumun öncüsü; öğretmeni, hatta bilgesidir. Ve, ‘Müslüman’, namazda belli disiplinlere riayetle mükellef olduğu gibi, hele de cemaat namazındaki söz ve hareketinde ‘İmam’dan önce veya önde davransa, namazı sahih olmaz. Bu, Müslüman'ın toplum hayatındaki davranışları için de, şer’î liderden öne geçmemek mânâsında, böyledir.
Ve, enbiyaullah, (ilahî /gerçek Peygamberler) aynı zamanda ‘imam’ ve insanlığın en büyük öğretmenleri idiler de.. çünkü, ‘imam’, lider/ öğretmen/ yönlendiricidir..
Ama, biz bugün, genellikle, ‘imam’ın imamlığını sadece şeklî olarak anlıyor ve ‘İmam’ın önderliğini sadece namazla sınırlı sanıyoruz.. Halbuki, cemaatin İmam’a namazda tâbi olması, onun sosyal hayattaki önderliğini, yol göstericiliğini de kabul mânâsında olmalıdır.
Kezâ, ‘imam’lık yapan kişi de, bu idrak, dikkat ve mes’uliyet şuûrunda olmalıdır.. Yoksa, günde birkaç kez gelip, cemaate namaz kıldırıp gidilirse, o namazın dışında, cemaatle imam arasında bir bağ olmaz ki; bu da bir ayrı facia olur. Nitekim, bu durumda, ‘imam’ların, ‘maaşlı namaz kıldırma memurları’ durumuna düşmeleri kaçınılmaz olmakta ve o da, genellikle, otomatiğe bağlanmışçasına, resmî bir donukluk içinde yerine getirilmektedir..
Dahası, eskiden imamlık yapacak olan kişi, arkasındaki cemaat içinde, kendisinden daha bilgili, fazîletli olduğuna inandığı birisini görürse, imamlık etmesi için onu mihraba geçirirdi.. Şimdi ise, tam bir ‘memur’ zihniyetiyle, bundan kaçınılmakta ve hattâ yerine öyle birisini geçirirse, memuriyetini ihlal etmekle suçlanacağı korkusu bile yaşanmaktadır..
Daha da ilerisi, 5 vakit namaz için yaklaşık 1 saatini harcayan ve ondan sonra, hemen hiçbir vazife ve fonksiyonunun olmaması gerektiğini düşünen ve maaşını alarak kıldırdığı namazı bile yorucu kabul eden tipler görülmektedir.. Halbuki, geçmişteki uygulamada, ‘imam’lık yapabilecek durumda olanlar, sosyal hayatın eğitim, vakıf vs. sosyal hizmetler alanında iş görür ve ayrıca, yakın bir câmide de namaz kıldırmakla vazifelendirilirlerdi.. Onlar, böylece maaşlarını öteki hizmetleri dolayısıyla alırlardı; namaz kıldırmanın karşılığı olarak değil.. Bu uygulama örneği bugün de, nice İslâm toplumlarında yaşatılmaktadır.. ülkemizdeki câmilerde de, henüz yarım asır öncesinde bile ‘hademe-i hayrât’ (hayır hizmetlileri) terimi bu mânâya uygun kullanılırdı.. Bu bir terbiye gereğiydi.. (Râsim özdenören’in ‘Gül Yetiştiren Adam’ hikâyesindeydi galiba, devrim histerisinin ortalığı kasıp kavurduğu bir zaman diliminde, câmilerden uzak kalan bir kişinin, uzuuunca bir süre sonra camiye gidip de, ‘imam’ın namaz kıldırma memuru haline geldiğini görmesinin kendisinde yaşattığı hayret hali ve hayal kırıklığı sahnesini hatırlıyorum..)
Bütün bunlara, bir de, ‘câmi’de/ mescid’de dünya lakırtısı edilmez..’ şeklindeki, doğru kullanılması mümkün bir sözün çarpıtılmasını ekleyebilirsiniz.. Bu ‘dünya lakırtısı’ sözünü qıyl’u qa’l / dedikodu, tezvirât, boş, malayânî şeyler, basit günlük şahsî konular vs. olarak ele almak gerekir.. çünkü Mescid, Resul-i Ekrem (s.a.v)’in uygulamasında, Müslüman'ın sosyal hayatının şekillendiği yerdi.. Eğitimden, yönetim ve diplomasi işlerine kadar her konuda.. Elçiler orada kabul edilir, oradan gönderilir; savaş ve barış kararları mescidde görüşülür; eğitimden ticarete kadar, ümmetin hemen bütün meseleleri üzerine orada meşveret olunur, orada karara bağlanırdı. Biz ise, bugün mescidleri, Müslümanları sosyal hayattan kovan laik hafakanlardan sığınılabilecek, tazarru ve niyazlarını gizlice dile getirebilecekleri mekânlara dönüştürdük. Ki, oralarda bile, kimlerin tâgûtî güçlerce gözcülüğünün sağlandığı, gizli değil..
Bu bilinenleri, ‘mâlûmu ilâm’ kabilinden, niye mi anlatıyorum?
Sosyolog Prof. Şerif Mardin, aylarca tartışılan ‘mahalle baskısı’ sözünü gölgede bırakacak şekilde, geçen hafta ‘mahallenin imamı, öğretmeni yendi..’ diye, tahrik edici bir yeni söz daha söyledi ve kamuoyunda, tartışıldı/ tartışılıyor. üstüne üstlük, konu da çarpıtılmaya müsaid..
Halbuki, anlatmaya çalıştığımız gibi, ‘imam’ aynı zamanda öğretmen demektir; öğretmen de ‘imam’ demektir; öncü, lider, topluma ışık tutan demektir. Onlar, öyle olmak zorundadırlar ve birbirine paralelliği bile kabul edilemeyecek iki ayrı meslek sahibi değil, imamlık ve öğretmenliğin tek kişide temsil edilme noktasına ulaştırılması, Müslüman toplumlarının sağlıklı geleceği için şarttır.. Yani, ‘öğretmen/ imam’ uzlaşması bile hedef olamaz; onların ikiliğini bertaraf etmek, ideal hedef olarak belirlenmelidir..
Ama son yüzyılın devrim histerileri, en aslî terim, kavram ve kurumlarımız konusunda bile ‘paranoia’lar oluşturduğundan, bunlardan korkunun ötesinde, hattâ tiksinir olduk..
Eskiden saygı uyandıran ‘imam, muallim, medrese, molla’ gibi terimler hafife alındı veya karikatürize edildi. Ve onların yerine ‘öğretmen, okul, prof.’ vs. gibi yeni terimler kullanmakla, yenileşme sağlanacağını zannettik..
Yeniyi, sırf yeni olduğu için kabul ve eskiyi de, sırf eski olduğu için terkederek değil; bize zorla kabul ettirilen düşünce kalıpları ile düşünmek gerekliliğine de bağlanmadan ve zorla terkettirildiğimiz değerlerden de doğrular imbiklemek imkânımız varsa, düşünce ufkumuzu yeni baştan onlarla da düzenlemeliyiz..
Tekrar edelim; öğretmen ve imam, iki ayrı tip olarak ortaya çıktığında ister istemez toplum iki yönlü olacak ve bir sosyal çatallaşma meydana gelecektir.. Bu açıdan, bir paralellik bile yetmez.. Onun için, toplumun hizmetine her öğretmenin, aynı zamanda imam; her imamın da öğretmen olacak şekilde sunulması yolu açılmalıdır. (Bu hususlara ve Prof. Mardin’in yeni tahrik ve düşmanlıklara vesile olabilecek sözlerine, inşaallah yarın da değinelim..)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.