Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Yüreklerimizi tekrar kıbleye ayarlamak

Yüreklerimizi tekrar kıbleye ayarlamak

“Dindar Müslümanlar” olarak kendimizi geliştirmeyi bir tarafa bıraktık, bir birimizi değiştirmeye çalışıyoruz...
Üstelik bunu muhteva (içerik) plânından ziyade şekil bazında yapıyoruz. Yani insanları şeklen kendimize benzetmek için çabalayıp duruyoruz.
Kiminin siyasetine takıyoruz, kiminin kıyafetine, kiminin ticaretine...
Şu şöyle, bu böyle...
Şöyle olmalısın, böyle yapmalısın...
Şunu giymelisin, bunu giymemelisin.
Belki farkında değiliz, ama biz de bir bakıma Cumhuriyet Türkiye’sinin yanlışlarına düştük.
Ne yapmıştı bir zamanlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti? Vatandaşlarının ne giyeceğine, ne diyeceğine, nasıl nikâhlanacağına, nasıl selam vereceğine (selamünaleyküm yerine günaydın-tünaydın) kadar her şeyine karışmıştı...
“Ayakta iskarpin veya potin, üstünde pantolon, yelek, gömlek, kravat, ceket ve bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta siperi şemsli serpuş... Bu başlığın ismine şapka denir.”
Ardından “ilerici-gerici” tanımlamaları geldi...
Bu kıyafete uyanlar, kafaları ne kadar boş olursa olsun “ilerici”, “Binlerce yıllık kıyafetimizin suyu mu çıktı?” diyerek direnenler ise “gerici” sayıldı. Yurt sathında müthiş bir “gerici” avı başladı...
O süreçte, İstanbul’un Fatih semtinde başında Fransız beresi ile gezen vatandaşı “mürteci” sayıp gözaltına alırken, aynı bereyi Beyoğlu’nda giyen Levanten müsveddesini “ilerici” sayarak selamlamak gibi, traji-komik çelişkiler yaşandı.
Bugün bunları gülümseyerek hatırlıyoruz. Bugün gülümseyerek hatırlıyoruz ya, o günlerde bir hayli can yaktı. Meselâ aynı uygulama Rize’nin Pazar Kazasına daha değişik yansımıştı: Eğer berenin tepesinde bir santimetrelik bir çıkıntı varsa bere giymek serbestti, yoksa yasaktı: Zira o çıkıntı kesilmek suretiyle berenin takkeye dönüştürüldüğü düşünülürdü.
Bizim hemşehriler uygulamayı protesto babında berelerin tepesindeki çıkıntıyı mümkün mertebe abartırlardı. Bunu da komiklik olsun diye anlatırlardı.
O günleri hatırladıkça güleceğim geliyor, ama kılık kıyafette şekilciliğin hâlâ aşılamadığını gördükçe gülüşüm dudaklarımızda donuyor.
Devletin dayatması büyük ölçüde biterken, bizim bir birimize dayatmamız başladı.
Bir birimize nasıl giyinmemiz gerektiğini söylüyoruz.
Halbuki kıyafet dayatması yapan devlete çok kızmıştık...
Başörtülü öğrencileri kapıdan çeviren üniversite rektörlerine “gıcık” olmuştuk...
Böyle akla ziyan ve hukuk dışı bir yasağı savunan baro başkanlarını suçlamıştık...
Siyasetçileri dışlamıştık.
Şimdi aynı hatayı biz yapıyoruz.
Ayrımcılık ve ayrıştırıcılık konusunda da “ötekiler”den aşağı kalır yanımız yok: “İlerici-gerici”nin yerini “modern Müslüman-geleneksel Müslüman” yaklaşımı aldı...
Şöyle giyinen “modern”, böyle giyinen “geleneksel”!
Kategorik küçücük bir fark, o kadar!
Özellikle erkek dindarlarımızın kadın kıyafetini düzenleme merakı hâd safhada. Hatta bu tuzağa zaman zaman bendenizin de düştüğü oluyor. Sanki yanlış kıyafet tercihinin hesabını benden soracaklar.
Sanki her şeyimiz tamam, sadece kıyafette yanlış var...
Oysa yanlışın hası yüreklerimizde sevgili dostlarım, yüreğimizin ayarı bozulmuş gibi...
Önce yüreklerimize ayar vermek lâzım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi