Bir ithamı veya iftirayı işittiğimizde ne yapacağız?
“Hazret-i Yusuf (as) ‘Şüphesiz nefis daima kötülüğe sevk eder—ancak Rabbim rahmet ederse o başka.’1 demesiyle, nefs-i emmâreye itimad edilmez. Enâniyet ve nefs-i emmâre sizi aldatmasın. İhtiyatlı davranınız.”2
Evet, nefsin ve şeytanın oyununa gelebiliriz. Aldanabiliriz. Aldatılabiliriz. Veya aldatmaya kalkabiliriz. Hatta, akrep, yılan tiynetlilerce iftiraya uğrayabiliriz, kardeşlerimiz de uğrayabilir. “Müfsidler” tarafından ifsat edilebiliriz.
Böyle durumlarda ne yapmalı, nasıl davranmalı? İtham ve iftiralar karşısında susmalı mı, susmamalı mı; sineye mi çekmeli; görmezlikten mi gelmeli, görüp tedbir mi almalı?
Eğer rehberimiz Kur’ân ise, şu âyetin meâline göre hareket etmeli değil miyiz: “Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın mü’minlerin, kendi vicdanları ile hüsn-ü zanda bulunup da: ‘Bu, apaçık bir iftiradır’ demeleri gerekmez miydi?”3
Böyle deyip susacak mıyız? Kur’ân “Hayır, susmayın” diyor. Meâlen: “Ey imân edenler! Adalet üzere olun ve Allah için şahidlik edin. Kendi aleyhinize veya anne ve babanızla akrabalarınızın aleyhine olsa bile. Hakkında şahidlik ettiğiniz kişi, zengin de olsa, fakir de olsa doğruluktan ayrılmayın. Çünkü ikisini de Allah sizden daha iyi gözetir.”4
Ve şu cümleyi de mükerreren okumuşuzdur (Lütfen vicdanınızla baş başa kalarak bir daha ve bir daha düşünerek okuyunuz):
“Hiçbir müfsid, ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”5
Adam “müfsit / bozguncu” olabilir veya bilmediği halde yapabilir. Yani, kaş yapayım, derken göz çıkarılabilir. Öyle ise araştırmalı. Âdil olmalı, hakkı teslim etmeli. Uyarmalı. Yine de ısrar ederlerse, şu İlâhî metoda başvurulmalı: Gerektiğinde ithamcı ve iftiracıları, çoluk-çocuklarını, şahitleri toplayıp, “Allah’ın lâneti zalimlerin üzerine olsun.”6, “Allah’ın lâneti inkârcıların üzerine olsun.”7 denilebilir. Eğer lânetleşmeye cesaretleri yoksa, anlayın ki, ya gafil, cahil, ya bozguncu/müfsit veya müfteridirler! Şöyle de duâ edebiliriz: “Ya Rabbi! Samimi olup bilgisizliğinden ifsat edenleri, ithamları yapanları, iftira atanları, hizmete zarar verenleri affeyle, mağfiret eyle, merhamet eyle. Kasten, bilerek, taammüden yapanları kahreyle! Gayb âleminin sakinlerinin lâneti kasten hizmete zarar verlerin, bozguncuların, bölücülerin üzerine olsun!”
NOT: Bu yazıyı, ülkemizin ve milletimizin gerginlik atmosferine sokulduğu şu günlerde aldığım bir haber üzerine yazdım: Bütün cemaat ve ekollerin içine el atılmış, fitne ve fesat kazanları kaynatılmaya başlanmış…
Dipnotlar: 1- Yusuf Sûresi, 53.; 2-Said Nursî, Lem’alar, s. 169, 171.; 3-Nûr Suresi, 12.; 4-Nisâ Suresi, 135.; 5-Münâzârât, YAN, s. 119.; 6- Araf Suresi, 44.; 7- Bakara Suresi, 89.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.