Ne güzel olurdu ama...
Keşke BDP, bayan vekillerin Meclis'e pantolonla girebilme hakkı için yapılan düzenlemeye alelacele başörtüsü şıkkının ilavesini öngören teklifini ekleyeceğine daha şık, daha "Devrimci" ve şüphesiz daha fazla ses getirecek bir eylem yolunu seçerek kadın vekillerinin sırf o oturum için birkaç dakikalığına olsun başlarını örtmelerini isteseydi; keşke diğer partilerin bayan vekilleri bu anlamlı eyleme sembolik destek vererek vaktiyle bir delinin attığı taşı elbirliği ile çıkarabilseydik...
Keşke hükümet, her sel felâketinden sonra dere yatağına ruhsatsız ev yapan vatandaşlarımıza, o klasik söyleyişle "Devlet yaraları saracaktır" şirinliği göstermek yerine, imar mevzuatına sahip çıkmayı hatırlasa, ihmâli görülen belediyeler hakkında geriye dönük soruşturma açmak kararlılığını gösterebilseydi...
Özel Tüketim Vergisi oranlarını yükselterek bazı mal ve hizmetlere bal gibi zam yapan hükümet, keşke bazı mal ve hizmetleri tüketirken dayak yemişten betere dönen vatandaşı himâye edecek kontrol mekanizmalarını da işletebilseydi; özellikle telefon hattı, internet, TV platformu gibi abone üyeliklerinden çıkmak isteyen tüketicilerin, ilgili şirketler tarafından anasından doğduğuna pişman edilmesine bu kadar seyirci kalmasaydı...
Keşke BDP sözcüleri, kamuoyuna karşı bir kaşları tehdid makamında yukarda, yüz kasları gergin, faka basmaz, sert ve korkutucu bir edâ ile konuşacaklarına şöyle daha güleryüzlü, sâkin, kendinden emin, güven verici, ılımlı bir üslûp tercih etmenin, "Dâvâ"yı daha iyi temsil edeceğine inansalardı... Keşke kavram olarak, "Kürt meselesi" ile "Silahlı şiddet" arasına uzun ve geniş mesafeler koyabilmeyi hep birlikte başarabilseydik... Keşke bazı sendikacılarımız, Enerji Bakanı'nın, her haliyle gündem değiştirmek için medyanın önüne bir fişek leblebi niyetine attığı daha şimdiden belli olan, "Resmi kurumların mesaisi gün ışırken erkenden başlasa ne güzel olur!" yollu teklifine balıklama atlayarak, "Bakan, çağdaş Türkiye'yi Osmanlı kültürüne götürmek istiyor; ne yani hepimiz sabah ezanıyla uyanmak zorunda mıyız? Halkımızın çağdaş hayat tarzıyla oynatmayız!" diye ortalığa atılarak komik duruma düşmeselerdi...
Keşke bazı köşe yazarları gündemde kalmak, kendilerinden bahsettirmek için ilkokul müsameresi tadında "rond" gösterilerine soyunup âhir yaşlarında ahaliyi bıyık altından (ve üstünden) güldürmeselerdi...
Keşke o delikanlının, mensup olduğu askerî birlikte işkence görerek ölmesine seyirci kalabilen, ardından da "Kaza geçirseydi şehit olurdu, işkenceyle öldürüldüğü için şehit saymıyoruz" diyebilen bir ordu geleneğimiz hiç olmasaydı; keşke askerlik hizmetlerini yapıp dönen gençlerimizin kötü muamele, dayak, hakaret gibi kötü hâtıralarının önüne geçecek yeni ve hayırlı bir uygulamaya hemen başlanabilseydi...
Keşke Devlet Bahçeli, Kuzey Irak'ı tehdid sadedinde, "Ekin gibi biçmeli" demeseydi, keşke bütün dertlerimizin çözümü, Kuzey Irak topraklarında kamp yapan kişilerin kovalanmasıyla mümkün olsaydı; keşke Sayın Bahçeli, bir kamyoncu lokantasında emekçi şoförle sohbet ederken gösterdiği sıcak, samimi ve güleryüzlü tavrını siyasi diline de sirâyet ettirebilseydi...
Keşke AB ilerleme raporunda tenkid edilen konularda hükümet, halktan aldığı büyük destekle demokratik reformlara hız kesmeden devam etmiş olsa, bütün şikâyetlerin çözümünü yeni anayasa çalışmalarına ertelemek yerine şimdiye kadar yolun yarıdan fazlasını kat etmiş olsaydı...
Keşke Suriye ile aramız bu kadar "limonî"leşmeseydi; keşke vaktiyle Suriye ordusuna mensup olduğu söylenen bir subay, "Türkiye'de hazırlık yapıyoruz, silahlı mücadeleye hazırız" gibi sözleri hiç söylememiş olsaydı; keşke Esad, Suriye'de rejimi kendi dinamikleri ve iradesi ile reforma götürebilseydi; bu dar ve kritik zamanda keşke Suriye, Ulusalcı kimliğiyle tanınan kişi ve kurumların desteğine muhtaç kalmasaydı; keşke kardeşlik ve komşuluk hukukumuz hiç zedelenmeseydi...