Fetihten önce İstanbul’da Müslüman mahallesi var mıydı?
Mahinur Selviyar/Afyon;
“Fetihten önce İstanbul’da bir Müslüman mahallesi ile bir cami olduğunu duymuştum. Bu doğru ise, Bizans’ta o mahalle ne zaman ve nasıl kurulmuş olabilir?”
• Önce şunu hatırlatayım sevgili Mahinur: Fert ve millet olarak “duyum”dan “okudum”a geçemezsek, hiçbir bilginin kaynağına ulaşamayız. O zaman da, bilgiye ulaşanlar bizimle oynar...
Bunun doğruluğu Filistin, Afganistan ve Irak laboratuarında test edilip onaylanmıştır.
Cevaba gelelim: Bahsettiğiniz mahalle şehit Sultan Murad Hüdavendigar’ın oğlu Sultan Yıldırım Bayezid’in (saltanatı: 1389-1402) Bizans’ı zorlamasıyla şimdiki Cibali-Eminönü aralığında kurulmuştur.
Camiin yanı sıra okul, hamam ve kütüphane de vardı...
Zaten Osmanlılar girdikleri ve gittikleri beldelerde önce cami, sonra hamam, sonra da okul ve kütüphane inşa eder, geleceğin temellerini bu dört unsurun üzerine yerleştirirlerdi.
Cami iman eğitiminin, hamam temizliği imandan sayan toplumsal dinamiğin, okul ve kütüphane ise bilginin merkezleriydi...
Üçü birden “millî aksiyon”un kaynağını oluştururlardı.
Onun için Osmanlı ceddimiz hızlı gelişti, hızlı büyüdü ve hızla cihana hâkim oldu.
Sıradan padişahı “cihangir”, cihangiri “örnek insan” yapan sırlar var. Tarih pek çok zalim cihangir kaydetmiştir, ama gücünü imanıyla besleyip vicdanıyla dengeleyen fazla cihangir görmedi...
Yıldırım Bayezid böyle bir padişahtı. O kadar ki, namazlarını ihmal ettiği yolundaki söylentileri yumuşatarak, namazlarını “cemaatle kılmadığı” biçimine sokup, “Terk-i cemaat idüğün şuyû bulmağılen şahadetün caiz değildür” diyen ve Padişah’ın mahkeme şahitliğini nazik bir üslupla reddeden Bursa Kadısı Mevlâna Şemsüddin Fenarî’nin (meşhur Molla Fenari) ikazına itiraz bile etmeden sarayının avlusuna cami inşa etmiş ve “Hadikat-üs-Salâtin” isimli tarihteki kayda göre, Bursa’da olduğu müddetçe namazlarını cemaatle kılmaya özen göstermişti.
Öyle bir Peygamber âşığıydı ki, Âlişan Efendimiz’in müjdesi istikametinde Bizans’ı dört (1391 ile 1400 arası) kez kuşattı. Peygamber-i Âlişan tarafından “övülmüş komutan” olmak istiyor, o şerefe milletini lâyık görüyordu.
Fakat olmadı. “Feth-i mübin”, Peygamber-i Zişan’ın adaşını (Sultan Mehmed’i) bekliyordu.
Fetih gerçekleşmedi, ama ramak kalmıştı. Timur araya girmeseydi belki de gerçekleşecekti.
İmparator, fena halde ürktü. Yıldırım Padişah’la anlaşmak istedi. Yıldırım Padişah, camii, okulu, hamamı, kütüphanesiyle bir Müslüman mahallesi kurulması, o mahalleye Müslümanların iskân edilmesi ve Bizans’ın Osmanlı Devleti’ne ödediği “harac”ın arttırılması şartıyla anlaşma yapmaya razı oldu...
Sorduğunuz mahalle böyle bir çabanın eseridir. Ve bu eser, yüzlerce Bizanslı Rum’un Müslüman olmasına vesile olmuştur.
--
Yıldırım’la Timur neden savaştılar?
Seyyid Mehmed Balamır/İzmir;
“Yıldırım Bayezid’le Timur aynı dine, aynı milliyete mensup hükümdarlardı. Neyi paylaşamadılar ki, bir birlerine girdiler? Bu yüzden İslâm âlemi yıllar boyu kendini kaybetti.”
• Haklısınız, ama bakın ne demişler: “On derviş bir posta sığar da, iki sultan bir dünyaya sığamaz!”
Siyasetin böyle bir özelliği var: Siyasette tevazu değil, rekabet ve boy ölçüşme geçerlidir...
Hükümdarların aynı dinden, aynı milliyetten olmaları, maalesef bu durumu değiştirmiyor...
Ona bakarsanız günümüzün liderleri de aynı dinden, aynı milliyetten olmalarına rağmen, bir birlerini bitirmeye çalışıyorlar!
Sonuç olarak söyleyebileceğim şudur: Sultan Bayezid Han’la Timur Han, dünyayı paylaşamadılar. Uluslar arası ilişkilerde din ve ırk maalesef belirleyici değildir. Öyle olsaydı, aynı dine mensup milletler bir birleriyle savaşmaz ve hiçbir millet iç savaş belâsına duçar olmazdı.
Hükümdar, şahsi hayatında ne kadar dini hassasiyetle hareket ederse etsin, devlet hayatında devletinin menfaatlerini korumak zorundadır. Bayezid tehdit edildi, meydan okudu, savaştı, yenildi ve esir düştü...
Esarette öldüğünde Timur Han, “Yazık, dünya büyük bir cihangir evlâdını kaybetti” demekten kendini alamadı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.