Adlı adınca
Çabuk havlu atmak hatadır. Hele o yanlış bir ecdat yadigârının değerlendirilmesinde yapılırsa büyük günahtır. Benim öyle bir ayıbım var.
Annemin babası Mustafa Refik Bey'le meslektaş sayılırız. İlk resimli dergimiz "Resimli İstanbul" mecmuasını çıkarmış, bol çeviri yapmış. Dayısı Ahmet Mithat Efendi'nin Beykoz'daki yalısında geçirdiği gençlik yılları ömrünün en mutlu dönemiymiş.
Oradan esinlenerek Salacak'ta, Kızkulesi'nin karşısında bir küçük yalı yaptırmış kaleminin kazandırdığı parayla. Bendeniz onun üst katında doğmuşum.
Zamanla aile kira ödeyerek Avrupa yakasında, apartman dairelerinde yaşamaya alıştı; yalı bakımsız kaldı. "Eski eser" sayıldığı için dokunulamıyor, restorasyon uzun ve karmaşık işlemler gerektiriyordu. Benim yaşantım ve kafamda ise kavak yelleri estiğinden, bina mina düşünecek halim yoktu. Öylece yıllar geçti, büsbütün köhneleşti yalı.
Yurt dışında olduğum bir dönemde yaşlı bir hanım annemden ricada bulunmuş, "İki kızımla ortada kaldık, izin verin de boş duran evinizin bir katında bekçilik yapalım" demiş. Annem de sevaptır diye vermiş izni.
Bir süre sonra komşulardan birinden mektup aldım. "Utanmıyor musunuz?" diye başlıyordu. "Büyükbabanızın kemikleri sızlıyordur. Yalısı genelev oldu. Üstelik salonunda mangal yakıp patlıcan kızartıyorlar. Yangın çıkarsa apartman yaptırmak için eski eseri yaktırdınız kuşkusu doğar."
Canım sıkıldı, tepem attı. Annemden de haber geldi: bir mimar yalıyı alıp restore etmek istiyormuş. "Verin gitsin" dedim. O dönemdeki küçük bir otomobilin fiyatına satıldı büyükbabamın yadigârı. Zamanla sahil yolu yapıldı, semt canlandı. Bir gün vapurla geçerken oraya bakınca gözlerime inanamadım. Pırıl pırıl, güpgüzel bir binaya dönüşmüştü bizim harabe.
Herkes parasal açıdan müthiş akılsızlık etmiş olduğumu söylüyordu ama ben bir sürü formalite engelini aşarak, inşaat uğraşına üstün beğeni değerleri katarak büyükbabamın ruhunu sevindiren mimara şükran duydum. Kimmiş o mucizeyi yaratan kişi, biliyor musunuz? Birkaç gün önce kaybettiğimiz büyük usta Behruz Çinici. Başarısından "Salacak'taki bir restorasyon dolayısıyla ödül almıştı" diye söz edilmekte.
Kıssadan daha geniş kapsamlı bir hisse de çıkardım kendi hesabıma. Üstünde yaşadığımız kara parçası somut ata yadigârlarının en değerlisi, en vazgeçilmezidir. Korunması yolunda sürekli sorunlarla uğraşmakta, belalarla boğuşmaktayız. Usanıp havlu atmaya kalkanlar, kolaya kaçarak toprağın şurasını burasını "verip kurtulma" önerenler var.
Yeni anayasaya, gerekli hakların tanınmasına, demokrasiye evet. Ama ötesi? Sakın ha derim. Çünkü sonu gelmez. Akıllıca ve onurluca restorasyon yolunda Behruz Çinici başarısı göstermeliyiz. Ödülümüz büyük olacak.
***
Her değeri koruyabilmenin ilk şartı akıl anarşisinden kaçınmaktır. O çıkmazın en yaygın biçimi de kavram ve sözcük kargaşasıdır.
Kaddafi manyağı "Ülkemden ayrılmam, direnirim" dedi, sözünü tuttu. Fransız füzesiyle kavrulan konvoydan kurtuldu, haklı ama kudurganca öfkeli bir güruhun eline düştü. Yiyecekleri kurbanın çevresinde dans eden yamyamlar gibi tepinen linç azgınlarının görüntüsü iğrençti.
Şimdi o yiğitleri nasıl adlandıracağımız tartışılıyor. Özgürlük savaşçıları mı demeliyiz, muhalifler mi, isyancılar mı? Çoğu kendinden devrimci diye söz etmekte.
O sözcük yanlış kullanımlarla iyice yozlaştı zaten. Aslında bir toplumu hızlı atılımla ilerletmeye çalışan kişi demektir devrimci. Şu ya da bu yoldan gerileten kaba güç sahibi anlamında kullanılarak büsbütün örselenmemeli.
Gerçekçi netlikle koyalım her şeyin adını. Kaddafi başlangıçta Batı sömürüsüne somut biçimde karşı çıkan, sonra sapıtarak zorbalaşan bir diktatördü. Onu hayvanca öldürenler de günümüz petrol açlarının piyonlarıdır.
***
Dün "Marksist-Leninist-Stalinist rejim" diye bir sözcük dizisine rastladım. Stalinizm Marksizmin Kaddafileştirilmiş biçimidir. O konuda karışık akılların daha da düğüm olmaması için, kayda geçsin lütfen.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.