İman Ve Bilgi Teselli Ve Huzur Verir
Bir olayın açıklamasını bilmek, başlı başına bir tesellidir. Mesela evladı öldürülen bir baba, katilini bilmek ister. Yavrusu kaybolan anne, ölü bile olsa görmek, bir mezarın yaptırmak ister. “Evladım burada” der, teselli bulur. Bir yangında nedenleri araştırırız.
Geri mi getirecek bilmek?
Hayır, ama huzur verir, teselli eder.
Allah Teâlâ’yı bilmek ve kadere iman etmek ise en büyük tesellidir. “Başına gelecek olan saadet veya felaket bir takdir-i ilahidir. Bunun kendi iradesine bakan yanları vardır ya da yoktur, o ayrı bir mesele. Ama bu gelen tesadüfi değildir.
Bütün insanlar bir araya gelerek bu belayı defetmek isteseler, ellerinden hiç bir şey gelmez. Kaderde olan, kaza olarak başa gelir. Tesadüf değildir, rasgele değildir, şaşırmış da gelmiş değildir. Bilinçli ve engellenemez bir geliştir.
Kendine düşen de sebep ve hikmetini kavramaya çalışmak ve “istirca” ederek teselli bulmaktır.
Şimdi buna yaşanan hayattan bir örnek sunalım. Mesela bir kafirin çok sevdiği bir çocuğu ölse, hayat ona zindan olacak, dünyası kararacaktır. Onu kim, ne ile ve nasıl teselli edebilecektir?
Bir film seyretmiştim gençliğimde. Batılı bir ailenin bir bebekleri vardır ve her gün fotoğrafını çeker, sever, okşarlar onu. Hayatları onun içindir sanki, ona adanmıştır, hep onunladırlar. Onunla yer içer, güler oynarlar.
Ve bir gün sabah kalktıklarında çocuğu ölmüş bulurlar yatağında. Son fotoğrafında da bir halsizlik dikkat çekmektedir sonradan baktıklarında.
Sanki çocukla beraber hayatları da öldü ana babanın filimde. Perdeleri örttüler, kapıyı kapattılar ve bitmez tükenmez bir hüzünle hep hatıraları konuştular veya sustular. Kapıcının getirdiklerini yiyor ve odalarından çıkmıyorlardı.
Aylar yıllar sonra nasıl bir olayla hatırlamıyorum, sanırım dost bir ailenin çabalarıyla bin bir çileden sonra, evlerinin perdelerini açtılar ve küstükleri dünyaya döndüler.
Böyle çok enteresan bir rivayeti, sözü uzatmamak için biz alamadık. İsteyenler için İbrahim Canan’ın, Kütübü Sitte’sine bakabilirler. ( IX. 553, hn: 3242.)
Doğrudur, onların acısını ne dindirebilirdi ki?
Hiç!
Sadece zamana havale; kısmen eskitmesi, unutturması veya azaltması için...
Ama bakın mü’mine. Onun hali işte şu hadiste ne güzel ifadesini bulmuştur:
“Bir kimsenin çocuğu ölürse Allah Teala meleklerine şöyle der:
-Siz kulumun evladının ruhunu mu kabzettiniz? Melekler:
-Evet! derler. Allahu Tela:
-Siz onun ciğerparesini mi aldınız? Melekler:
-Evet, öyle. Allahu Teala:
-Peki o esnada kulum ne dedi? Buyurur. Melekler:
-Sana hamdetti ve “Biz Allahınız, yine ona döneceğiz”2 dedi, derler. Allahu Teala:
-Şu halde kulum için cennette bir köşk bina ediniz ve ona “Hamd Evi” adını veriniz. buyurur.( Tirmizi’den Riyazu’s Salihin, II. 281)
Allah musibet ehline “kalkın cennette” deyince, sıhhat ehli “keşke etlerimiz makaslarla kesilseydi de biz de bunların arasında olsaydık” diyeceklerdir.
Evet, “sabredenlerin alacakları ecir, muhakkak hesapsızdır.” (Bakara, 156)
İşte bütün bunları düşünmek, ayrıca acı da olsa bu işin çok sevgili, çok şefkatli ve merhametli Rabbimizin bizim kaderimize yazdığı bir kazası olduğunu, buna sabretmemiz halinde karşılığının çok büyük ödüller olacağını bilmemiz, bize teselli verir. Hem kaderimizi yazan ve bizim için hep hayır dileyen Rabbimize “bunda da vardır bir hayır” diyerek iç huzuruyla teslim ettirir. O dilediğini yapan, dilediğini yaratan veya yok eden, O sonsuz kudret sahibi Yüce Allah’a hamd ettirir.
Böyle inanan bir müslüman, zamanında o nimeti imtihan için veren ve şimdi de imtihan için alan, o nimetin gerçek sahibi Rabbimize teslim olur ve acılara yenilmez, hayata küsmez.
Gözünden yaş döker belki. Bu çok normaldir. Çünkü bu Allah’ın kullarının kalplerine koyduğu bir rahmetidir.( Buhari ve Müslim’den, Riyazu’s Salihin, II. 55-56. )