Alamanya!...
Türk-Alman işçi alımı anlaşmasının üzerinden tam elli yıl geçmiş. İkinci Dünya Savaşı’nın mağlubu Almanların hızla toparlanmanın yolunu “boğaz tokluğuna köle gibi çalışmaya razı” Türkiyelileri davet etmekte bulmalarından bu yana yarım asır, üç nesil...
Ben de orada dünyaya gelen ilk nesildenim; önce validemiz, az bir zaman sonra da rahmetli pederimiz “Ver elini Almanya”.
“Hayım” denilen mekana yerleştirmişler bizimkileri. Ailelerle damsızların aynı odada barındığı bir yer; altta karı koca yatıyor, üstte bir bekar, yan tarafta bir başka karı koca...
“Esir kampı” gibi; medeniyet dedikleri “tek dişiyle” öğütmeye başlamış Türkiyelileri...
Birkaç yıl içinde başlarını sokacak ev bulabilmişse de bizimkiler, bu konularda pek hassas olan Alman “komşu”larımız hemen polise şikayet etmiş:
“Evde yalnız bırakılan bir küçük çocuk var... Hem çocuğun hem de bizim hayatımız tehlikede...”
Polis şart koşmuş:
“Ya bakıcı tutarsınız ya da çocuğu alırız!..”
Bakıcı tutmuşlar bir Alman kadını; o da tam manasıyla “Almanca” davranmış bize, “Alman” şefkati ile birkaç ayda her taraf yara bere...
Bizimkiler yıldızların altında işe gidiyor ve yine yıldızların altında eve geliyor... Çocuk da yalnız; ya Alman alacak ya Türkiye’ye postalanacak... İkincisi daha iyi gelmiş, o gün bugün Türkiye’deyim...
Ben, “Orada çalıştığınızın yarısı kadar burada çalışsanız daha fazla kazanırsınız” kafasında oldum hep... Onlar da, “Bir boğaz eksik olursa daha çok biriktiririz” derdinde...
Şu biriktirmeler yok mu...
Çoluğa çocuğa, fakire fukaraya yedirmediğini “uyanıklara” yedirmek için, biriktir ha biriktir!..
Bizimkiler ev mev aldı, “Yurda dönüşte hiç olmazsa kira gelirimiz olur” düşüncesiyle birilerine verildi evler... Kiralar ödenmedi, evler hor kullanıldı... “Almancı” orada Almanlar, burada da bizimkiler tarafından kazıklandı ha kazıklandı...
Bizimkilerin derdi büyüktü; her izinde etraflarında pahalı hediyeler bekleyen ve beklentileri karşılanmadığında “Görgüsüz ayı, Alamanyalara gitti, eşek yüküyle para kazandı, şimdi aha böyle sıkıyor!” yollu hakaretler yağdıran “ahbap”lar toplanırdı...
Gurbetçi, bazı yıllar “ülkelerine” gelmemeyi tercih ederdi sırf “mahalle baskısı”ndan uzak kalmak için...
Eeee, borç istiyorlar, vermiyorsun, kötü kişi oluyorsun... Veriyorsun, geri alamıyorsun, bir bekle iki bekle, istediğinde yine kötü kişi oluyorsun. Şayze!..
Bizimkiler devletlerinden de çok kazık yedi; devletleri “paralarını merkez bankasına yatıranların” isim listesini bildirince Almanlara, çifte vergilendirme kazığı geldi... Ülkenin ‘70 sente muhtaç’ olduğu günlerde milyonlarca markı Türkiye’ye taşıyanların kıymetleri hiç mi hiç bilinmedi...
Türkiyeliler orada kendilerini biraz toparlayıp da iş güç sahibi olmaya başladıklarında, vakıflaşma, dernekleşme aşamalarında hayli yol kat ettiklerinde, Türkiye’den birtakım paşalar gönderildi Almanya’ya... Paşalar dediler ki; “Şu şu sivil toplum örgütü irticacı bu bu Atatürkçü...”
Türkiye’den gidenler, katkıda bulunan değil de bölen oldular hep...
Bir de, “Cennet’ten Arsa” vaadiyle gidenler oldu....
Gurbetçi hem burayı hem de öbür tarafı kurtarma... Hem akla ziyan dünya kazançları elde etme hem de “öncekilerin başına gelen kendilerinin de başına gelmeden –kestirmeden- Cennet’e gitme” hayaliyle dalıverdi çift taraflı kazanca!..
Sonrası mı... Malûm; “tencerenin doğurduğuna inandığın gibi öldüğüne de inanacaksın!..”
•
Ne aileler dağıldı, ne yuvalar göçtü... Ne çileler çekti, Almanya ve diğer ellerde “beş milyon” gurbetçi...
Bilirim çoğunun evlatları yitik; karılar, kocalar evden gitti, emekler ziyan oldu...
Bugün çok sayıda mutsuz “işadamımız” var, ne çok üvey anamız ve üvey babamız!..
Geri dönüş planları da askıya alındı, orada ev yaptırdı gurbetçi, yerleşti nesiller boyu...
Türkiye, şimdi şimdi “her gurbetçinin bir Türkiye misyoneri” olabileceğini düşünmekte...
Düşünmekte de kopan bir şeyler var...
Türkiye’nin çok ama çok çalışması gerekiyor “gurbetçi”nin kırık kalbini onarabilmek için...
Önce Sayın Faruk Çelik uğraştı... Şimdilerde Sayın Bekir Bozdağ “gurbetteki gönülleri tamir” için gecesini gündüzüne katıyor...
Gurbetçimizi yıllar yılı sömürdük, jurnalledik, böldük... Şimdi de toparlamaya çalışıyoruz... Allah kolaylık versin!..