Ziyan olduk
Bugün gerek ailevî, gerek kişisel, gerekse toplumsal problemlerimizin çoğunun temelinde medeniyet dâvâsı yatar...
Çünkü biz kendi medeniyetinden koparılıp taklide yönlendirilmiş talihsiz bir milletiz.
Her millet başka medeniyetlerden etkilenebilir. Bu son derece doğal bir etkileşimdir. Özünde kendi medeniyetini inkâr yoktur.
Bizde maalesef böyle olmadı. Hem şekil hem de muhteva (içerik) olarak farklı bir medeniyet (Batı) dayatıldı.
Özendirme olarak dayatma hâlâ devam ediyor.
Bu dayatmanın adına kâh “inkılâp” diyorlar, kâh “muasır medeniyet”, kâh “çağdaşlaşma” veya “moda”! Farklı kavramları harmanlayıp kafamızı da, ruhumuzu da karıştırıyorlar.
İlk ciddi bölünmeye bu yüzden maruz kaldık. Yeni duruma ayak uyduranlara “inkılâpçı-ilerici” dendi, için için direnenlere ise “gerici-yobaz-örümcek kafalı”.
Sonra da bölünmenin alt katmanları sökün etti: Laikler-dinciler, Kemalistler-ümmetçiler, sağcılar-solcular, açıklar-örtülüler... Bu tam bir “şaşkınlık süreci”dir!
Dayatmaya muhatap olan milletlerin bu süreci yaşaması kaçınılmazdır. “Yozlaşma” da tam bu süreçte başlar... Tam bir “kimlik aşınması” yaşanır! “Ben kimim?” sorusu havada kalır. Herkes farklı bir tanım yapar. Bu hengâmda ortak değerler güme gider, ortak paydalar çözülür, “millet” olma vasfı bile zedelenir.
Öyle de oldu: “Kürtçülük” (ve PKK) bile bunun bir parçası olarak ortaya çıktı.
Devrimcilere göre İslâm Medeniyeti bir “Arap Medeniyeti” idi. Yaşama biçimimizden tutun kılık kıyafetimize, alfabemize, müziğimize kadar her şeyimizle “Araplaşmış”tık. Millet olmak için önce millî kimliğimizi bulmamız lâzımdı. Bunun için de “inkılâp” şarttı. Kıyafetimizden alfabemize, ezanımızdan müziğimize kadar her şeyin değişmesi gerekiyordu!
“Yeni hayat nizamı” olarak sunulan şeyin “Batı’yı taklit” olduğunu anlayana kadar yıllar geçti.
Vaktinde durumu fark edip direnmeye çalışanlar ise bir şekilde bertaraf edilmiş, bir millet topla-tüfekle değişmeye zorlanmıştı.
Başına “kültür ihtilâli” gibi büyük bir felaket gelmiş üç millet var: Çinliler, Arnavutlar ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları (Çin Mao’nun ölümüyle bu kasnaktan kurtuldu, Arnavutluk da Enver Hoca’nın vefatından sonra kadîm kültürüne geri döndü, Türkiye ise düşe-kalka yürümeye çalışıyor)...
Artık görüntü itibariyle Fransızlara, İngilizlere, Almanlara benziyorduk... Gerçi başımızda Fransız fötrü, ayağımızda İngiliz pantolonu, sırtımızda Amerikan montu ile huzurlu değildik, ama huzurlu görünmeye mecburduk. Aksi takdirde sehpalar göz kırpıyordu...
Her “kendini arama cehdi” darbelere gömülüyordu. Bahanelerinden arındırılıp sebep-sonuç ilişkisi içinde incelendiğinde 27 Mayıs (1960), 12 Mart (1971), 12 Eylül (1980) ve 28 Şubat (1997) darbelerinin özünde milletteki “diriliş cehdi”ni öldürme emeli açıkça görülebilir.
Bu dayatmalar ilk büyük dayatmanın ürünüdür!
Bütün bunların ışığında, sözü hiç dolaştırmadan dümdüz bir tespit yapacağız: Bugünkü kimlik bunalımımız “kültür ihtilâli”nin dayattığı “redd-i miras”ın (geçmişe ait ne varsa reddetmek) çocuğudur.
Yani cumhuriyet bir “redd-i miras” üzerine kurulmuştur.
Aslında hiçbir millet kendi inanç telâkkisinde temellenen medeniyet unsurlarından tümüyle kopamaz. Yılları boşu boşuna ziyan ettik!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.