O sayfa

O sayfa

Altmışlı yıllarda Türk matbuatı fotoroman'ı keşfetti; daha doğrusu İtalyanlardan öğrendi.

Bir hikâyeyi fotomodeller ve uygun dekor önünde fotoğraflarla ve konuşma balonlarıyla anlatmaya dayanan bu teknik, sinema, bant karikatür ve edebiyatı birleştirip basitleştirdiği için büyük ilgi görmüş, hemen yerli sürümleri çekilmişti. Sahaflarda hâlâ rastlıyorum. Bizimkiler fotoromanı o kadar benimsediler ki tez zamanda genç kızlara ve ev kadınlarına yönelik fotoroman sayfaları ihdas edildi. Daha sonra futbol maçlarını sekiz on karede hikâye eden ve futbolcuları oyun esnasında konuşma balonuyla maçı yorumlatan türü spor sayfalarında yer buldu.

Tadı damakta kalmış olacak ki 10 Kasım günü gazetelerimizden biri, ilk sayfasını fotoroman usûlü çizerek ilginç bir çalışmaya imza attı. Bence Türk basın tarihinin en anlamlı, en dramatik ve travmatik "çalışma"larından biridir o sayfa. Görmeyenler için tasvire çalışalım: Manşette Atatürk'ü Ergenekon sanıklarının ilham kaynağı gibi gösteren bir başlık: "Bir numara konuştu". Ardından gündelik olayları gösteren fotoğrafların içinde dekupe edilmiş bir Atatürk fotoğrafı yerleştiriliyor. "Her kafadan bir ses çıkıyor" tasvirine uygun olarak karede yer alan kişiler Atatürk'e hitaben yakınıp duruyorlar. Meselâ Meclis'ten bir sahne var, arka planda vekiller ayakta (Çünkü Atatürk Meclis'te!) ve arka sıralardan birkaçı konuşma balonuyla sesleniyor, "Seçilmiş vekillerimiz hâlâ hapiste Sayın Cumhurbaşkanım...", "Tutukluluk süreleri çok uzun Cumhurbaşkanım..." Atatürk de kırmızıyla dizilmiş konuşma balonunda şöyle diyor, ki yere düştüğüm andır, "Olmaz böyle şey... Evrensel hukuk neyse o uygulansın."

Vaktiyle Atatürk evrensel hukuktan ne anlıyordu tartışmasını, Taha Akyol'un bugünlerde yayımlanacak kitabına bırakarak, tam da Hırvatistan maçı arefesinde futbolsever kitlesine "Atatürk sağ olsaydı, bu rezillikler yaşanır mıydı bakalım?" dedirtecek bir başka kareye geçiyoruz. Nedense FB formalarıyla tribünde oturan seyirciler arasında yine Atatürk'ü görüyoruz bu kes-yapıştır fotoğrafında. Seyirciler feryad ediyor: "Şike dediler, milleti futboldan soğuttular...", "Sizin takımınız olan Fenerbahçe'yi dolayısıyla Türk futbolunun itibarını zedeliyorlar Paşam!" E, siz Atatürk olsanız ne dersiniz böyle bir ortamda, ne söylersiniz? İlginç bir tesbitte bulunuyor Gazi Paşa; hayır, "Mevzuubahs olan Fenerbahçe ise gerisi teferruattır" dedirtmemişler ama ona yakın bir şey, âdeta TFF'nin yaklaşımını dillendiren ve doğrulayan bir tesbit yaptırmışlar; diyor ki Atatürk, "Şike varsa cezalarını çeksinler. Ama insanları boş yere hapislere atıp lekelemesinler, kirli oyunlar oynamasınlar."

Talimat herhalde anlaşılmıştır. Nokta.

Bugünlerde "Atatürk demokrat mıydı, diktatör müydü?" konulu yazılar hayli moda. Onlara bir yenisini eklemek niyetinde değilim ama bu gibi fotoroman ve emsâli yayınlara bakarak şöyle düşünmekten kendimi alamıyorum: Diktatör, demokrat veya onların arasında bir şey; bu algı ve bu eğitim seviyesiyle Atatürk'ü sağlıklı değerlendirecek bir zihin altyapısına sahip miyiz? İşte eğri oturup doğru konuşmak lâzım gelen yer: Atatürk'ü sevdirmek, onu yeni nesillere sempatik göstermek uğruna kurduğumuz eğitim sistemi içinde Atatürk, teolojik ve mistik payandalar olmaksızın ayakta duramayacak beşerüstü bir imaja dönüştürüldü. Resmi ideoloji öğretisinin eğitime yansıyan yüzü iç kanatıcı: Çocuklarımıza hakikati olduğu gibi algılamalarını sağlayan bir bakış açısı vermek yerine onları bolca mistifike ediyoruz. O meşhur ve yanlış tâbirle "pozitif ve aydın" kafalar yerine kalıplanmış, şartlandırılmış vicdanlar var şimdi. "Fikri hür, irfânı hür, vicdânı hür nesiller" değil, zihnen tutucu ve algısı zayıf kuşaklar yetiştirdik. Seküler kafa yapısına sahip olsunlar diye kalıba koyduğumuz kuşaklar, sonuçta seküler bir imanın mü'mini, lâdinî bir dinin fanatiği oldular. Atatürk aşkı kararında zerk edilmeyince zıddına dönüştü; Atatürk'ün kahve fincanındaki kurumuş telveden ihtizâza geçerek vecde gelirken yaşadığı dünyayı kavramakta büyük sıkıntı çeken insanlar...

O sayfa, travmatik bir şeydi. Saklayanlar kıymetini bilsin, yakında antika olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi