Müslümanları Uyarmazlarsa Vebal Altında Kalırlar
MUHTEREM Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bilhassa Cuma hutbelerinde halkı uyarması lazımdır. Zamanımızda bina ve zina çok yaygın hale gelmiştir.
İnsanların içinde oturup, barınıp yaşamaları için elbette meskenler gereklidir ama zamanımızda Kur'anın, Sünnetin, İslam ahlakının, bilgeliğin ilkelerine aykırı olarak son derece lüks, yüksek, şatafatlı (çoğu çürük) binalar yapılmaktadır. Dinimiz her konuda olduğu gibi mesken konusunda da genel hükümler koymuş; lüksü, israfı, saçıp savurmayı yasak kılmıştır. Meskenler elbette güzel olacaktır ama dine, ahlaka, bilgeliğe aykırı olarak lükse ve israfa kaçılmayacaktır.
Halk bu konuda uyarılmalıdır.
Zinaya gelince: Zinanın haram ve kötü bir şey olduğu Kur'anla, Sünnetle, icmâ ile kesin şekilde sâbittir. "Zina eskiden suç ve günahtı, zamanımızda AB normları geçerlidir, artık zina günah ve suç değildir" şeklinde bâtıl ve sapık bir inanışa kapılan kişi İslam'dan çıkmış olur.
Alkollü içkilerin tüketimi de son derece yaygın hale gelmiştir. İslam dini içkinin azını da çoğunu da, sertini de yumuşağını da haram kılmıştır. Kur'anla, Sünnetle, icmâ ile sabit olan bu kesin yasağı helal gösterenler kâfir olur.
Tesettür konusunda da zamanımızda büyük sapmalar ve sapıklıklar görülmektedir. Bir kadın veya kız başına renkli bir bez bağlamakla tesettüre girmiş olmaz. Tesettürden maksat sokaklarda, meydanlarda, ev dışında kadını seksî olmaktan çıkartmak, ahlaksız erkeklerin şehevî bakışlarından korumaktır.
Dindar hanımların ev dışında makyaj yapmamaları, gökkuşağı gibi rengârenk, alaca bulaca, erkeklerin dikkatlerini çeken giysiler ve örtüler kullanmamaları gerekir.
Kur'an kadınların takıp takıştırıp, sürüp sürüştürüp sokaklarda, caddelerde, meydanlarda salına salına gezmelerini kötülemekte, bunları cahiliye adeti olarak görmektedir.
Bugünkü bazı rezil tesettür kıyafetleri İslam'ın hayâ ve iffet prensibine aykırıdır.
Birtakım tesettür tâcirleri, bu İslamî değer ve kurumun cılkını çıkartmıştır.
Dindar halkın bu konuda uyarılması şarttır.
Bu uyarıyı da öncelikle Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yapması gerekir.
Yapmazsa vebal altında kalır, sorumlu olur.
Pardesü, palto, eşarp, fular, tünik, döpiyes, tayyör, türban gibi kelimeler bize Avrupa'dan gelmiştir. Bunlar İslam kadın ve kızlarının ev dışı kıyafetleri olamaz.
Müslümanlar tesettür konusunda Kur'ana, Sünnete, Şeriata, ahlaka, bilgeliğe uygun çareler ve çözümler bulmalıdır.
Her biri özel bir Diyanet durumunda olan büyük dinî cemaatler, büyük tarikatlar bu konuda harekete geçmelidir.
İslama, Kur'ana, Sünnete, Şeriata, ahlak ve hikmete uymayan tesettür gerçek tesettür değildir, sahte tesettürdür.
Zamanımızda Müslüman halk günlük namazları terk etmiş ve çeşitli şehvetlere kapılmıştır. Bu konuda da yoğun, genel, etkili, sürekli nasihatler edilmelidir.
Riba son derece yaygındır.
Cemaat holiganlığı yüzünden Ümmet şuuru zayıflamış, Müslümanların büyük kısmı birbirinden kopmuş, birbirini sevmez olmuştur. Bu da çok büyük bir felakettir.
Cuma hutbelerinde, çok etkili olmak üzere bu konular işlenmelidir.
Hayırlı ve olumlu cemaatler olsun ama cemaatçilik yapılmasın.
Zamanımızda para put haline gelmiş, ana değer olmuştur. İnsanlar için en güzel model ve örnek olarak gönderilmiş olan Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) parayı hiç sevmezdi. "Uhud dağı kadar altınım olsa, borç ödemek için alıkoyacağım birkaç dinar dışında, bu paranın nezdimde bir gece bile kalmasını istemem, hepsini sadaka olarak dağıtırım" buyurmuşlardır.
Böyle bir Peygambere iman edenlerin parayı sevmeleri, onu ana değer haline getirmeleri ayıptır, günahtır, yüz karası bir kepazeliktir.
Müslüman halka büyük miktarda evcil domuz, yaban domuzu, eşek eti ve yağı yedirilmektedir. Diyanet bu konuda Müslümanları uyarmalıdır.
İlmi olanlar, bilenler, imkan sahipleri, başkan durumunda olanlar, sorumlular bu gibi uyarıları ve hizmetleri yapmazlarsa, boynuzsuz koyunun hakkının boynuzlu koyundan alınacağı Büyük Hesap Günü'nde, Mahkeme-i Kübra'da kötü duruma düşerler.
Artık Müslümanlar üzerinde büyük baskılar yoktur. Bu anlattığım uyarılar ve hizmetler kolayca, tehlike ve tehdit olmadan yapılabilir.
Dinsizlerden önce, Allah'tan korkmamız gerekir.
Diyanet'in, öteki özel Diyanetlerin Müslümanları, yukarıda zikr ettiğim konularda uyarmalarını bekliyoruz.
* (İkinci yazı)
Neş'eli bir Lokanta
Bir dostum bayramın ikinci günü akşam yemeğine davet etti, sur içinde iyi bir lokantaya gideceğiz.
Oraya vardık ki, ışıl ışıl ışıklar içinde pür nur bir mevki, içi lebaleb dolu. Kapıdaki vazifeli, önceden randevu alıp masa ayırttınız mı diye sordu. Ayırtmadık dedik... O halde bekleyeceksiniz... Neyse içeriden, tanıdığımız olan şef garsonu çağırttık, bize üst katta yer buldu..
Lokanta değil, sanki tapınak...
Çoğu Arap olan turistler de var. Peçeli bir hanımın sadece gözü görünüyor.
Yüksek sesle konuşuluyor, üstelik ağlayan, haykıran, çığlık atan çocuklar var, gürültüden ceplerdeki telefonlar bile duyulmuyor.
Aaa bir garson yandaki masaya tepsi içinde üzerinden alevler fışkıran bir yemek getiriyor. Tuzda pişmiş tavukmuş. Ahşap bir tokmakla tuzu kırıp ikram ediyor.
Bir ahçı, başka bir masaya abartısız bir buçuk metre boyunda bir şiş getirdi. Yemeden önce fotoğraflar çekildi.
İkram edilen ordövrlerin, başlangıç yemeklerinin, tatlıların haddi hesabı yok. Buranın müdavimleri tuzu kuru, parası bol mutlu ve kutlu vatandaşlar.
Telefonla o civarda ikamet eden dar gelirli bir genci davet ettik, beş dakika içinde geldi, bir sandalya bulundu, masamıza ilişti.
O gece o lokantadaki ışıkları, cümbüşü, hayuhuyu, hengameyi, neş'eyi, yutkunma seslerini, şapırtıları lisan ile anlatmam mümkün değildir.
Doğrusu Türkiye halkının zengin ve varlıklı takımı yeme içme konusunda dünyada birincidir.
Bu hal İslam'a, Kur'ana, Sünnete, hikmete uygun mudur?
İsraf ediliyorsa (ki ediliyor) haramdır, günahtır.
Bendeniz camilere giden bir Müslümanım, hiçbir camide böyle bir neş'e görmedim.
Neş'e derken, kelimenin en geniş manasını kasd ediyorum. İslam'da birtakım meşru neş'eler vardır. Mesela büyük bir camiye gidersiniz. Müezzin öyle güzel ve harika bir ezan okur ki, hayran kalırsınız, tüyleriniz ürperir, gözleriniz yaşarır. Namazı ehil bir hoca dosdoğru kıldırır. Sarığı ve cüppesi çok kalitelidir. Sabah, akşam, yatsı namazında cehren okuduğu Kur'an sizi mânevî ve ruhanî zevkler içinde gaşy eder.
Bir Cuma hutbesi dinlersiniz, hayran kalırsınız.
Bir va'z u nasihat dinlersiniz, konuşmanın bitmesini hiç istemezsiniz.
Sabah namazında büyük bir camiye gittiniz, mesela Edirnekapı'daki Mimar Sinan yapısı Mihrimah Sultan camiine. Etraf otomobil doludur. Cami de doludur. Güzel giyimli, gözlerinde, simalarında mânalar olan kaliteli bir cemaat. Bir namaz kılarsınız ki, unutulması mümkün değildir.
Dışarıya çıkarken filan profesörü; falan umum müdürü, feşmekan edibi görür, selamlaşır, ayak üstü birkaç söz edersiniz.
Birkaç kişi civardaki bir kahvaltıhâneye gider, hem kahvaltı, hem sohbet edersiniz.
Acaba hangi camide dilkeşhaveran makamında ezan okunuyor?
Hangi caminin imamı aynı zamanda tarikat şeyhidir?
Hangi camide Cuma hutbesi cemaatin ruhlarını galeyana ve ihtizaza getiriyor?
Hangi camiler Kâbetüluşşak gibidir?
Hangi camilere nâkıs gelenler oradan kâmil ayrılıyor?
Titrek ziyalı kandillerin altındaki o eski neş'eler nerede?
Âyandan Manastırlı İsmail Hakkı efendi hazretleri hangi camide vaaz ediyor?
Tahirülmevlevî hangi camide Mesnevî dersleri veriyor?
Rical-i devlet, kübera, zurefa, üdeba hangi camilerdedir?
Camiler o eski neş'elerden mahrum şimdi.
Sabah namazında (Eyüp ve birkaç başka mâbet dışında) camiler cemaatsiz, öksüz, sönük, donuk.
Şimdi neş'e, cümbüş, renk, ışık, zevk u sefa lüks lokantalarda.
Âbidlerin yerini âkiller aldı.