Fethi Okyar kadar CHP’li olun bari!
Türkiye’nin ve CHP’nin Dersim’den önce yüzleşmesi gereken bir de Şeyh Said İsyanı meselesi var.
İsyanın başladığı 3 Şubat 1925 tarihinde hükümete ılımlı Fethi Okyar başkanlık ediyordu.
Şark İstiklal Mahkemesi savcısı Ahem Süreyya Örgerven hatıratında Ankara’daki bir toplantıdan söz eder.
Kazım Özalp ise o toplantının içeriğini şöyle nakleder: ‘’Mustafa Kemal, odamda Fethi Bey’e hükümetin isyanla ilgili olarak ne gibi hazırlıklar yaptığını sordu. Fethi Bey, ‘Asiler ve tahrikçiler Divan-ı Harbe yollanacaklar’ cevabını verdi. Mustafa Kemal tatmin olmamıştı, dedi ki; ‘Bu fesat yalnız Şeyh Said ve onun gafil taraftarlarının işi değildir, asıl tahrikçiler memleketin değişik taraflarına saklanmışlardır, bana göre tahkikatı genişletmek lazım gelmez mi? Fethi Bey’in cevabı; ‘Fevkalade tedbirlere lüzum görmüyorum. Müsaade ederseniz istifa edeyim’ oldu.’’
Mustafa Kemal, silah arkadaşları Kazım Karabekir’in başkanlığında kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve İstanbul basınından rahatsızdı.
Hükümetin yerel bir olay olarak değerlendirdiği Şeyh Said İsyanı ona devrimlerini muhalefetin olmadığı bir ortamda gerçekleştirme şansı verdi.
Takrir-i Sükun Kanunu’nun birincil amacı Şeyh Said İsyanı’nı bastırmak değil, muhalefeti susturmaktı.
Gereksiz kan dökülmesine karşı çıkan Fethi Bey, 2.5 ay gibi kısa bir görev süresinin ardından 3 Mart 1925’te Meclis’teki şu açıklamasıyla istifa etti:
‘’Anlıyorum ki arkadaşlarım, isyana karşı hükümetin almış olduğu tedbirleri gerekli görmeyerek daha geniş, daha şedid tedbirler alınmasını istiyorlar. Ben, hadisenin lüzum gösterdiği tedbirlerin alınmış ve bu tedbirler isyanı bastırmak için kafidir kanaatinde bulunuyorum. Daha şedid tedbirlerle elimi kana bulamak istemiyorum. Ve sizlerin şahsen itimatlarınızı kaybetmiş olduğum kanaatiyle, Başvekaletten çekiliyorum.’’
Atatürk’ün desteğiyle yeniden başvekil olan İsmet İnönü’nün nasıl tedbirler aldığı ise artık herkesin malumu.
Bedelli askerlik de Abdülmecid’in icadı
Şimdi bu AK Parti çaktırmadan Vahdettin’in Türkiye’den kaçtığı günü anmaya çalışıyor ama onu bile beceremiyor ya...
Bir yandan da Abdülmecid üzerinden padişahlığı yüceltmeye çalışıyor.
Gerçi cumhuriyet sayesinde cumhurbaşkanı, başbakan oldular ama onların gönlünde sultanlık var, mutlaka saltanatı getirmek istiyorlar falan filan...
Şimdi bir numaraları daha var.
Bedelli askerlik.
Cumhuriyet icadı gibi görünüyor ama değil.
O da Osmanlı’nın bulduğu bir yöntem.
Efendim, şimdi Sultan Abdülmecid, Gülhane Hatt-ı Hümayunu ve Islahat Fermanı falan yayınlayınca, Müslüman ile gayri-müslim ayrımı kalktı.
Gavura gavur demek yasaklandı yani.
İyi de gayri-müslime bu kadar eşitlik ağır geldi çünkü müslümanla eşit olunca askerlik yapmaları zorunlu hale geldi.
Oysa onlar savaşmadan duramayan Osmanlı ordusunda askerlik yapıp adını bile söyleyemedikleri cephelerde ölmek istemiyorlardı.
Müslüman halk zaten yıllardır aşağıladığı gayri-müslimlerle eşit olmaya gıcıktı.
Onlar da rahatsızdı.
Bir de devlet rahatsızdı.
Çünkü hazine tamtakırdı.
Gayri-müslimlerle Müslümanlar eşit olunca, gayri-müslimlerden kelle vergisi alma imkanı ortadan kalkmıştı.
Oysa, Batılı devletler vergide de eşitlik için bastırıyordu.
Napsın Sultan Abdülmecid, bedelli askerliği buldu.
Yani, gayri-müslimler yine askere gitmeyecekti, eskiden beri verdikleri Cizye vergisini de askere gitmeyerek ödemeye devam edeceklerdi.
Yani, bedelli askerlik ilk kez Sultan Abdülmecid zamanında gayri-müslimlere yönelik uygulandı, gariban müslüman halk silah altına alınmaya, cephelere sürülmeye devam etti.
Bugün de aynı sistem devam ediyor galiba...