Kılavuzu Demirel olanların vay haline!
Söz, niçin "değerli"dir?.. Herhalde "ağızdan çıktığı" için... Malûm, insanın "arkası"ndan da "ses" çıkar ama bu ses, asla "söz" değildir ve hiçbir değeri de yoktur!.. Tam aksine, arkadan çıkan ses, bir "ayıplanma" sebebidir!.. Demek oluyor ki; "ses"in "arkadan çıkanı" değil, "ağızdan çıkanı" makbuldür... "Ağızdan çıkan ses"e "söz" denilmesinin, "arkadan çıkan ses"e ise "yellenme" veya başka bir şey denilmesinin sebebi budur... İşte bu yüzdendir ki; atalarımız, "söz"le ilgili çok şey söylemişlerdir... Bunlardan bazıları şöyledir:
"Söz gümüşse sükût altındır."
"Ya hayır söyle, ya da sus."
"Biliyorsan konuş alim sansınlar, bilmiyorsan sus adam sansınlar."
Bunlara ilâve olarak, bir de şöyle bir söz vardır:
"Ağızdan çıkmayan söz senin esirin!..
Ağızdan çıkan sözün ise, sen esirisin!.."
Ne demektir bu?..
Şu demektir: Söylemediğin söz, "senin içinde hapis"tir!.. Ama ağzını açar da bir söz seylersen, artık söz kafesten uçmuş ve senin kontrolünden çıkmıştır!..
Kısacası; söz, "namludan çıkan kurşun" veya "tüpten çıkan macun" gibidir!..
Asla "geri dönüşü" yoktur!..
"TARİHİN EN BüYüK SİYASî MüNâFIĞI"
Bunca "girizgâh"ı niye yaptım?..
Dünkü Vakit'te, Sayın Hasan Celal Güzel'in röportajı yayınlandı... Güzel, Anayasa Mahkemesi'nin "cüppeli darbe"sine; "Türbana ret çıkmasaydı üniversiteler okunmaz hale gelirdi. Bir hakem lazımdı... Anayasa Mahkemesi görevi üstlendi. 1960'ta Meclis, bizi halk seçti, ne istersek yaparız diyordu. Şimdiki gibi Anayasa Mahkemesi olsaydı, ihtilal olmadan halledilirdi" şeklindeki sözleriyle destek veren Demirel’i eleştiriyor ve şöyle diyordu:
“Demirel’in bu sözleri yıllardır ismini kullandığı merhum Adnan Menderes’e bir ihanettir. Demirel, kendisinin 12 Mart 1971 Muhtırası ve 12 Eylül 1980 darbesinde şapkasını alıp gittiği günleri unutmuş görünüyor. Her iki dönemde de Anayasa Mahkemesi vardı.
Bunlar hiçbir anlamı olmayan saçma sapan sözlerdir. Anayasa Mahkemesi’nin kararı tam bir ‘cübbeli darbedir’, Demirel’in saçmalıkları da bunu meşrulaştırmaya yetmez.
Demirel’in dediği gibi Meclis’in, ‘her istediğimi yaparım’ dediği de yok.
Meclis milletin kendilerine verdiği yetkiyi doğru bir şekilde kullanmıştır.
Burada hukuksuzluk ve yetki gaspında bulunan Anayasa Mahkemesi’dir.
Demirel jakobenleri desteklemek için o kadar saçmalamaya başladı ki, tevil etmesi mümkün değil.
1991 yılında Yeni Asya Yayınları tarafından neşredilmiş Demirel’e ait ‘İslâm, Demokrasi, Laiklik’ adlı kitapta açıkça, ‘Anayasa Mahkemesi demokrasinin şartı değildir’ diyerek Anayasa Mahkemesi’nin kapatılabileceğini bile savunuyordu."
MENDERES'İ HEP SöMüRDü!
Görüyorsunuz; Demirel'in en büyük düşmanı, yine "kendi sözleri"dir!..
Demirel, geçmişte bu sözleri sarfetmiş mi?..
Sarfetmiş!..
Artık, bundan kurtuluşu yok!..
Kendisi, "o sözlerin esiri"dir!..
"Kıvırsa" veya "kıvransa" da!.. "Dans" da etse!..
"Raks" da yapsa, bu sözlerden kurtulamaz!..
çünkü o sözler, "Demirel"in ağzı"ndan çıkmıştır!..
"Hayır, ağzımdan değil, başka bir yerimden çıktı" diyemeyeceğine göre, ya "sözünün eri" olmak, yani "söylediklerine sahip çıkmak" ya da "susmak" zorundadır!..
öyle demiyor mu, Peygamber Efendimiz;
"Ya hayır söyle, ya sus!"
Demirel'in, "1960'daki Meclis" hakkında söyledikleri kesinlikle doğru değil... Zira, o zamanki Meclis, "Bizi halk seçti, biz ne istersek yaparız" filân demiyordu!..
Dolayısıyla; Demirel'in sözleri, 1960 Meclisi'ne atılmış "büyük bir iftira"dır!..
Ve aynı zamanda; "Adnan Menderes'e ihanet"tir!..
çünkü Demirel, son 40 yıllık siyasi hayatında hep "Demokrat Parti"yi, hep "Menderes ve arkadaşları"nı kullanarak "iktidar" olmuştur!..
Her ağzını açtığında;
"Biz 1946 Ruhu'nun devamıyız!..
Biz, Demokrat Parti'nin devamıyız!..
Biz, rahmetli Menderes ve arkadaşlarının açtığı nurlu yoldan ilerliyoruz.."
Diyen, bu Demirel'di!..
Hatta, 12 Eylül 1980 Darbesi ile Adalet Partisi'nin kapatılması üzerine, bazı partiler kurulup, "Biz Adalet Partisi'nin devamıyız" demeye başlayınca, Demirel'in ünlü tepkisi şöyle olmuştu:
"Tapulu arazime gecekondu yaptırmam!"
"Tapulu arazi" dediği, Adalet Partisi'ydi...
Adalet Partisi de;
"Demokrat Parti'nin devamı"ydı!..
Demirel, tam 40 yıl boyunca bu ülkenin mütedeyyin insanlarının Demokrat Parti'ye karşı duyduğu "sevgi"yi sömürdü ve bu sevgiyle semirdi!..
Adalet Partisi'nden veya DYP'den, çıkarın "1946 Ruhu"nu, çıkarın "Menderes sevgisi"ni, görün bakın geriye ne kalıyor!..
Koca bir gövde!..
Ama, "ruhsuz" bir gövde!..
DEMİREL'DEN EVREN'E FIKRALI CEVAP!
Sayın Hasan Celal Güzel; Demirel'in, "Menderes'e ihanet" ettiğini söylüyor...
Sadece Menderes'e mi?..
"Demirel'in ihanet etmediği" kim ve ne kaldı ki?!?..
Şimdi yayınlayacağım belge; Demirel'in sadece merhum Menderes'e değil, "kendisine" de ihanet ettiğini gösteriyor!..
Evet, Demirel "kendisine" de, "kendi geçmişine" de ihanet etmiş!..
Biraz sonra aktaracağım sözleri sarfeden bir insanın; bugün nasıl olup da "cüppeli darbe"ye destek verdiğini anlamak, gerçekten mümkün değil!..
"Demirel'in mektubu"na geçmeden önce, "günün mânâ ve ehemmiyeti"ne uygun yine "Demirel'den bir fıkra" aktarmak istiyorum.
Demirel, 2 Haziran 1983 ve 30 Eylül 1983 tarihleri arasında, yaklaşık 4 ay kaldığı Zincirbozan'dadır!..
Orhan Keçeli, Zincirbozan'a haftada 3 gün gitmektedir. İlk gidişinde Demirel'in "Anadolu'da neler olup bitiyor" sorusuna karşılık Keçeli, "Kenan Paşa, çankırı'da yaptığı konuşmada esip gürledi. Sizin Zincirbozan'da bile rahat durmadığınızı söyledi" cevabını verir.
Bunun üzerine, "Ben buradayım. çankırı ile burasının mesafesi en az 700 km." diyen Demirel şu fıkrayı anlatır:
Adamın birisi eşeği ile köyde giderken, bir kahvenin önünden geçer. O sırada eşek adamı üzerinden atar.
Adam ne olduğunu şaşırır. Kalkıp üstünü başını temizlerken, kahve önünde oturan kalabalıktan bir adamı işaret ederek, ona küfür eder.
Kahvedeki vatandaşlar da;
"Bu adam sana ne yaptı, kendi halinde burada oturuyor" diye tepki gösterirler.
Eşeğin sahibi;
"Siz bilmezsiniz... Onun görünmez kolu eşeğin hâyâlarını sıktı!.. Eşek de canı yanınca beni yere attı" diye cevap verir.
Aynı fıkrayı bugüne uyarlarsak, acaba nasıl bir fotoğraf çıkar?!?..
öyle ya;
"Eşek" kimdir?.. "Eşeğin sırtından attığı adam" kimdir?.. Ve de, "görünmez bir el"(!)e sahip olup, "eşeğin hâyâlarını sıkan adam" kimdir?..
MUSTAFA öZKAN'A GöNDERDİĞİ MEKTUP
Her neyse... Fıkranın tefsirini Demirel'e bırakalım ve biz dönelim, aynı Demirel'in "Zincirbozan'dan yazdığı mektuplar"a...
Demirel'in, Zincirbozan'dayken, 32 yıl önce benim de patronum olan Son Havadis'in sahibi Mustafa özkan'a yazdığı mektupta şu ifadeler yer alıyordu: "...Hükümet olarak askerî idare, 34 ay bize bir şey dememiş.
20 - 25 milyon (1979 seçimlerinde -nüfus bazında) taraftarı olan bir partinin bir tek mensubu, cinayetten, bölücülükten, yıkıcılıktan, devlet düşmanlığından mahkemeye çıkarılmamış.
1961 sonrasında yapılan beş seçimin ikisini tek başına iktidar olacak şekilde kazanmış ve 1961-1980 döneminde 17 senenin 11 senesinde iktidar olmuş, bunca inip çıkmaya rağmen 1965'teki gücüne 1979 seçimlerinde yine sahip olmuş bir parti ki; o partinin, Edirne'den Kars'a, Muğla'dan Hakkâri'ye, hizmetlerini, dağdaki çobandan, eli ayağı tutmayan ihtiyara kadar herkes bilir.
Bu yaptıklarımızı yapmak her babayiğidin harcı değildir.
Ve onun yönetimi, fikriyatı Türkiye'ye zararlı sayılabilecekse, acaba böyle bir kafa, Türkiye'ye faydalı olanı nasıl bulacak?
Her ne ise, böyle bir tablo ortada iken, "Bu Güniz Sokak dururken, devleti siz değil, orası idare eder. Bu Güniz Sokak tesirsiz hale getirilmişse, yarın size hesap sorar. Bu Güniz Sokak mevcut oldukça, yarın öyle bir parlamento seçilir, sizi didik didik eder" diyerek (Bu Güniz Sokağı tesirsiz hale getirmek, her şeyin engeli olmaktan çıkarmak için gelenini gidenini kesin, göz hapsine alın, dışarıya gönderin, tutuklayın, sürgün edin) şeklindeki jurnaller ve tavsiyelerin bir süredir yapıldığı benim malûmumdu.
Bazı kimseler, (Güniz Sokak tesirsiz hale getirilmezse, kendilerinin devleti yağma edemeyecekleri, koltuk ve sandalyeleri kapışamayacakları, bu baskında bir şey almanın mümkün olmayacağını düşünerek ki bu doğrudur, yani böyle düşünenler kendi açılarından doğru düşünmüşlerdir) aylardır en hayasız, en vicdansız, en ahlâksız ve en hilekâr gayretleri sürdürdüler.
Bugün devlet kudretini ellerinde tutanlar buna alet olmuşlar ve (Zincirbozan Vak'asını), bir keyfîliğin, bir adaletsizliğin, bir zulmün fevkalâde çarpıcı bir misali, utanç vesikası olarak ihdas etmişlerdir.
Zincirbozan Vak'ası bugün Türkiye'yi idare edenlerin kendi yaptıkları Anayasa’yı bizzat kendilerinin çiğnemesidir.
Zincirbozan Vak'ası, bugün Türkiye'yi idare edenlerin insan hakları beyannamesi -ki Türkiye ona imza atmıştır- açık ve aleni şekilde çiğnemesidir.
İnsan Hakları Beyannamesi madde 9: "Hiç kimse keyfî olarak yakalanamaz, alıkonamaz, sürülemez" der. Zincirbozan Modern Bekirağa bölüğüdür.
Dağa adam kaldırmaktır.
(Aldo Moro Olayı- İtalya'da)
60 senelik Türkiye Cumhuriyeti'nde eşi emsali yoktur.
Yargısız, sınırsız, süresiz bir ceza uygulanmaktadır.
Sevgili Mustafa; Bunu yapmaya cüret edenler yarın birtakım insanları sorgusuz sualsiz kurşuna da dizebilirler.
Filâncayı, falancayı millete zorla seçtirip veya seçilmiş sayıp illâ ki hükümet yapacağız, buna kim mâni olur.
-Güniz Sokak- Onu bir ortadan kaldıralım demektir bu.
Filâncayı veya falancayı hükümet yapmak için milleti zorlamaya niye kendinizi mecbur hissediyorsunuz?
Bir taraftan barıştan, kardeşlikten bahsedeceksiniz; bir taraftan da zulmün ve keyfîliğin eşsiz emsallerini vereceksiz.
Bir taraftan partiler birbiri ile didişiyordu diyeceksiniz, diğer taraftan siz kendiniz karşınıza aldıklarınıza -eski partilere- hiç hayat hakkı, savunma hakkı tanımadan her gün onları çekiştireceksiniz.
Barış nasıl olacak?
Kim ile kim böylece barışmış olacak?
Partiler birbiri ile çekişti ama, biri diğerinin adamlarını dağa kaldırıp hapis etmedi..."
Lütfen dikkat!..
Bunları söyleyen "Demirel"dir!..
"üniformalı darbeciler"e söylemektedir!..
Partisini kapatıp, kendisini de Zincirbozan'a hapsedenleri, "Devleti yağma edenler" olarak suçlamakta ve "darbeciler" için şu sıfatları kullanmaktadır:
"En hayâsız!.. En vicdansız!.. En ahlâksız!.. En hilekâr!.. Keyfîlik!.. Adaletsizlik!.. Zulüm!.. Utanç vesikası!.. Kendi yaptıkları Anayasa'yı çiğneyenler!.. Dağa adam kaldıranlar!.. Bunu yapanlar, yarın birtakım insanları sorgusuz-sualsiz kurşuna da dizebilirler!!!"
GEL DE BU DEMİREL'E GüVEN!
Tekrar edeyim...
Bu sözler, 1983'te "Demirel'in ağzı"ndan çıkmış ve "üniformalı darbeciler" için söylenmiştir!..
Garip olan şu ki;
1983'te "üniformalı darbeciler" için bunları söyleyen Demirel, 25 yıl sonra bugün elbise değiştiren "Cüppeli darbeciler"e destek vermektedir!..
Hem de, "ağzından çıkan söz"leri unutarak!..
Oysa; "söz, ağızdan çıkar!"
Ya bu sözleri söylemeyeceksin, ya da sözüne sahip çıkacaksın!..
Malûm, "söz, namustur!"
Namusuna sahip çıkmayan, hiçbir şeye sahip çıkamaz!.. Namusunu korumayan, hiçbir şeyi koruyamaz!..
Demirel'e, bunu bir defa daha hatırlatıyor, Demirel'i "kılavuz" edinenleri de bir defa daha uyarıyorum:
Sakın ola "Demirel'in ipi"yle kuyuya inmeyin!.. çünkü Demirel'e "güven" olmaz!..
Hem sonra, yarın bir gün birisi kalkıp da, size "Demirel'in eski sözleri"yle cevap verirse, apışıp kalırsınız!..
“Dün, dündür” diyen adama, hiç güvenilir mi?..
Demirel, "bu millet" dahil, kendisine güvenen nicelerini yarı yolda bırakmadı mı?..
7 defa gidip, 8 defa geldi de ne oldu?..
"Darbeciler"le hâlâ sarmaş-dolaş!..
Eee, "kişi, sevdiği ile beraber"dir!..
Demirel, bu milleti hiç sevmedi ki!..
Millet de, şimdi onu sevmiyor!..
---------------
Halamın bıyıkları olsaydı!
Hiçbir Anayasa Mahkemesi üyesinin bu kadar "mantıksız" olabileceğini zannetmiyorum... Ama, nereden çıktıysa çıktı, "kartel gazeteleri" tarafından bir "dedikodu" yayıldı ortalığa...
Güya, Anayasa Mahkemesi üyelerinden biri diyesiymiş ki;
"Ya bir Meclis, seçimler 20 yılda bir yapılır diye Anayasa değişikliği yaparsa, buna da mı seyirci kalacağız?"
İşte böyle düşünüp, Meclis'in “başörtüsü” konusunda yaptığı Anayasa değişikliğini "yok hükmünde" saymışlar!..
Ben, böyle bir gerekçenin doğru olabileceğine ihtimal vermiyorum... çünkü bu düşünceninn temelinde "hukuk" yok, "vehim" vardır, "paranoya" vardır!.. Bir hukuk adamı, "vehim, paranoya" ve "ihtimal"ler üzerine karar veremez!.. "Meclis öyle yaparsa" demek, "Halamın bıyıkları olsaydı, amcam olurdu" demekten farksızdır!.. "Bıyık"ları olmadığına göre; halam, hâlâ "halam"dır!..
İleride bıyıkları olabilir diyerek, benim ona "amca" demem ne kadar "abes"ise, Anayasa Mahkemesi'nin de "seçim" vehimiyle "başörtüsüne serbestliği" reddetmesi, o kadar abestir!..
Ama, dedim ya;
Mahkeme üyelerinin böyle diyeceğine hiç ihtimal vermiyorum!