Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

Meclis, Anayasa Mahkemesi’ni kanun içine çekebilmelidir!

Meclis, Anayasa Mahkemesi’ni kanun içine çekebilmelidir!

Bazıları belki de olacak şey mi diyeceklerdir?
Doğru.. Olacak şey değil gibi gözükse bile, başkaca yol yoktur..
Yargı’nın yaptığı, olacak şey miydi? O halde yapılabilecek olan, ne; onu söyleyebilir misiniz?
Kanunî yetkisi olmadığı halde.. Kararları kesin ve de itiraz edilebilecek hiçbir üst merci olmaması yüzünden, bu boşluğun kötüye kullanıp, yetki gasbı yapan bir organ sözkonusudur.
Bu durumda, yapılacak şey, Anayasa Mahkemesi’nde odaklanmış gözükara hukuk darbecilerinin ve dikta heveslilerinin, kendilerine kimsenin vermediği bir yetki adına tavır takınmalarının hukuken etkisiz hale getirilmesi, kesinlikle şarttır..
Sadece bir ‘kurumlararası yetki savaşı’ sözkonusu değildir; milletin iradesine, özgürlük ve hakkları üzerine elkoyma tasallutu sözkonusudur.. Bu durumda, ‘hukuk entrikacılığı’na karşı, eli böğründe, çaresizlik içinde beklenilemez.. ‘Hukuk adına’ tezgahlanan ve milletin hayatı ve geleceği üzerinde böylesine etkili olan bir oyunun etkisiz hâle getirilmesi için, ‘hukuk sınırları’ içinde, karşı radikal hamle hemen gerçekleştirilmelidir.
çünkü, yönetim mekanizmasının üç aslî gücünden birisi olan yargı, Yasama ve Yürütme organları olan diğer iki güce, Meclis’e ve Hükûmet’e meydan okumuştur ve yapılacak fazlaca bir şey de bulunmamaktadır. Yapılacak olan, yönetim mekanizmasının, rejimin diğer iki temel gücü olan Yasama ve Yürütme’nin, Yargı’yı kendi sınırları içine çekilmeye zorlayacak etkili ve hukukî radikal adımları, kararlılıkla atmasıdır..
Böyle bir hassas anda, Meclis Başkanı’nın, hiçbir derde şifa olmayacak ve geçmişteki gibi yeniden ‘çift meclis’li bir yapıya dönülmesi gibi geleceğe aid farazî faydaları dile getirmek gibi açıklamaları zaman kaybından başka bir netice vermiyecektir.. Yargı gücü, sadece şeklî hatalar açısından ele alabilme yetkisini açıkça çiğneyerek, anayasa değişikliğini yetkisini aşarak esastan ele almak hakkının bulunduğu gibi bir yorum yapmış, kendisine kanun sâdır etmiş ve Meclis’i, Meclis’in yüzde 80’inin iradesini yok sayıp ibtal etmek gibi akıl almaz bir ceberrutçu, diktacı anlayışla emr-i vâkı’/oldu-bitti’lere başvurmuştur. Bu durum karşısında yapılacak bir şey olmayacaksa, yargı gücü, diğer iki gücü teslim almış ve o iki güç de aslî fonksiyonlarını kanunsuz olarak bir diğer güce devretmek acziyeti göstermiş demektir.
İşi zamana bırakarak, münasib bir başka uzlaşmacı yol bulmayı ümid edenler, bir darbe odağına dönüşen Yargı gücünün yeni darbeleri altında un-ufak olmak durumunda kalacaklardır. Bu durumda, Yasama gücünün, Meclis’in iradesini tanımayan, yok sayan bu çılgınlığa karşı, bu yargı odağının kanunî sınırlar içine çekilmesi ve Meclis tarafından, ‘kanunî sınırlara çekilmedikçe, Anayasa Mahkemesi kararlarının hükümsüz olacağı’ açıklanmalıdır.. Anayasa Mahkemesi, yetkisizliği hangi anlayışla yetki haline getiren bir emr-i vâkı’ ile, oldu-bitti ile hareket etmişse, en azından öylesine bir gözü kararlılıkla..
Açıktır ki, bu yargı organına, kanunî had ve yetkileri hatırlatacak böylesine bir karar alındığında, malûm laik çevreler diktatörlük yaygaralarıyla ortalığı velveleye vereceklerdir..
Ama, Anayasa Mahkemesi’nin yaptığı nedir? En azından onlar kadar kararlı, gözükara ve cesur olunmalıdır. üstelik, Meclis’i, henüz bir yıl önce halk seçti; pekiy, yargıyı kim seçti?
Bu bakımdan, Anayasa Mahkemesi, kendi kararını, kendisini tashih etmeye zorlanmalıdır ve aksi halde, boş iş yapan bir kurum haline dönüştürülmeli ve de daha daha ilerisi..
Askerî darbeler yapanlar yargılanamadı.. Anayasa Mahkemesi’ndeki darbecilere olsun, kanun yolu, gösterilmelidir. Aksi halde, hukuk adına zorbalık daha bir durdurulamaz hâle dönüşür.
*‘MECLİS’E MEYDAN OKUYAN ŞU LAFLARA BAKINIZ!
Bu vesileyle, Anayasa Mahkemesi’nin resmî internet sitesindeki şu meydan okumaya bakınız:
’….ülkemizde Anayasa Mahkemesi ilk kez 1961 Anayasası’yla kurulmuştur. (…) 1945 yılında çok partili yaşama geçiş ve 1950 yılında yapılan demokratik seçimler ile iktidarın muhalefete geçmesiyle sorunların bitmediği anlaşılmış (…) 27 Mayıs 1960’da Türk Silahlı Kuvvetleri iktidarı ele aldıktan sonra 1961 Anayasası’nı hazırlayanlar, ‘yasa’ların Anayasa’ya uygunluğunu denetlemek konusunda bir Anayasa Mahkemesi kurmanın gerekliliğine karar vermişlerdir. (…) 1961 Anayasası, 1924 Anayasası’nın ‘Ulusal Egemenlik’ ilkesinden değişik bir egemenlik anlayışını kabul etmiştir. Bu anlayış, 1982 Anayasası’nca da benimsenmiştir. 1961 Anayasası’nın 4. maddesine göre “Egemenlik Kayıtsız şartsız Milletindir”. Maddenin bu ilk fıkrası, 1924 Anayasası’nın 3. maddesinden olduğu gibi alınmıştır. Ancak, 1961 ve 1982 Anayasalarının egemenliğin nasıl kurulacağını gösteren tümceleri, 1924 Anayasası’ndan oldukça değişik bir içeriktedir: “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, YETKİLİ ORGANLAR tarafından kullanır.” Türk Anayasa tarihi yönünden ele alındığında bu kuralın temel amacının, Parlamentonun üstünlüğüne son vermek olduğu söylenebilir. Parlamentonun üstünlüğü 1924 Anayasası’nın en temel özelliği idi. İlk kez 1961 ve sonra da 1982 Anayasası’nda benimsenen bu yeni ilkenin, yani egemenliğin Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar tarafından kullanılmasının öngörülmesiyle birlikte, Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulus adına egemenliği kullanan tek organ olmaktan çıkmıştır. 1961 ve 1982 Anayasaları, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanımışlardır. özellikle, Anayasa Mahkemesi, Parlamentonun çıkardığı yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemesi nedeniyle egemenliğin kullanılmasında önemli bir paya sahiptir. çünkü, Anayasa Mahkemesi, Parlamentonun çıkardığı yasaların Anayasa’ya aykırı olup olmadığına karar verebilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin, siyasal kurumların, özellikle Parlamentonun yetkilerini kötüye kullanması durumunda bir denge oluşturacağı ve bunu engelleyeceği düşünülmüştür.’
Evet, Anayasa Mahkemesi’nin, yasaların anayasaya aykırılığını inceleme ve ibtal yetkisi vardır; ama, bu yetki, anayasayı değiştirme yetkisine sahib bir Meclis’in yaptığı anayasa değişikliğini sadece şeklî açı ile sınırlı iken, onu, esas yönünden inceleyip ibtal etmiştir. Yani,
Anayasa Mahkemesi’nin resmî internet sitesinde parlamento için dile getirilen ‘yetkilerin kötüye kullanılması’ durumu, bizzat Yargı için gerçekleşmiştir. Yargı’nın Meclis’e nasıl öyle bakabildiği de bir ayrı konudur.. Bu had bildirmeye karşı, bir tavır, kesinlikle gerekmektedir. Kezâ, Gen. Kur. Başkanı’nın, Meclis iradesini yok sayan ve ‘Anayasa Mahkemesi’nin tam da kendilerinin istedikleri değişikliği gerçekleştirdiğini’ itiraf edercesine söylediği, ‘Bu karar malûmun ilâmıdır’ sözü üzerinde de gereken hassasiyet ve dikkatli durulmalıdır..
Yargı’ya ve yargıyı 28 Şubat’lardaki brifinglerle yeni bir zorbalık sürecine taşıyan güçlere karşı ’muktedir adâlet refleksi’yle uyumlu bir güç mutlaka gösterilmelidir. Onların da gücü olabilir, ama, hakları ve haklılıkları yoktur. Onların elindeki güç, kanun içinde kullanılmadığı zaman, zorbalığa dönüşür.. öyle bir güce asla teslim olunamaz, olunmamalıdır.
Aksi halde, milletin zorbalığa esaretinin kabullenilmiş olur ki, buna kimsenin hakkı yoktur!


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi