Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Kerbela’dan Dersim’e... Hz. Hüseyin’den Seyit(!) Rıza&

Kerbela’dan Dersim’e... Hz. Hüseyin’den Seyit(!) Rıza&

Hani, hep; “Kaçmaktan kovalamaya fırsat bulamıyorum” diye yakınırız ya; ben, son günlerde, bunun tam tersini yaşıyorum...

Neredeyse, “kovalamak”tan “kaçmaya” fırsat bulamıyorum... Dostların ve hakim beylerin “davet”lerine icabet etmekten, neredeyse “evin yolu”nu unutacağım.

Gündüzleri “duruşma”lar, akşamları “davetlere icabet” derken, hayli “hareketli” günler yaşıyorum...

“Duruşma” deyip geçmeyin... Bir “Silivri sanığı” olmadığım için; CHP ve TGC tarafından hiç gündeme getirilmiyor ama, zaman zaman “günde 5 duruşma”ya katıldığım oluyor...

Hakkımda o kadar çok dâvâ açılmış ki, duruşmalara gir gir bitmiyor!..

Sizin anlayacağınız;

Bir yandan hakim beylerin “davet”lerine, bir yandan da dostların “davet”lerine yetişmeye çalışıyorum.

ÖNEMSEDİĞİM 2 TOPLANTI

Geçenlerde, Salihli Ticaret ve Sanayi Odası’nın, Eyüp Piyer Loti’de düzenlediği “İstanbul Buluşmaları”na katıldım...

Güzel bir toplantı oldu...

“Salihli’de yaşayanlar” ile “İstanbul’da yaşayan Salihlililer”in tanışması ve kaynaşmasına vesile oldukları için, “Oda yöneticileri”ne ve Faruk Severoğlu ağabeye teşekkür ediyorum...

Daha sonra, araya “nişan”lar, “düğün”ler girdi... Derken, önceki akşam da, Beylikdüzü Belediye Başkanı Yusuf Uzun’un davetine icabet ettim.

Beylikdüzü Eğitim Kültür ve Sanat Vakfı’nın 1. yılı münasebetiyle, “Vakıf” konulu bir “konferans” düzenlenmiş...

Konuşmacı olarak da Hüseyin Hatemi davet edilmiş!..

“Sadaka”dan girdi söze Hatemi... Sonra ekledi: “Sevgi, bir sadakadır.”

Bir insanın, “eşinin yüzü”ne; “öfke” ve “nefret”le değil, “sevgi” ile bakmasının da bir “sadaka” olduğunu söyledi... Ardından, “vakıf”ların da, “sevgi temeli” üzerine inşa edildiğini ifade etti.

Tabiî, “Hicrî Yılbaşı”dan, Kerbelâ’dan, “Hz. Hüseyin’in şehadeti”nden de söz etti.

Konuşmadan, çok istifade ettim.

Konuşmanın ardından, Başkan Yusuf Uzun’un ikram ettiği “aşure”leri Büyükçekmece Kaymakamı İsmail Gündüz ve Beylikdüzü Müftüsü Süleyman Küçük’le birlikte yedikten sonra evlerimize gittik.

KERBELA, HUTBE KONUSU

Malûm, dün günlerden Cuma idi...

Cuma namazını, Beylikdüzü’nde bulunan Mevlâna Camii’ne kıldım.

Hutbenin konusu “Kerbela” idi... İmam efendi, başladı “hutbe”yi okumaya:

“Rabbimizin hikmet ve rahmetine mazhar olmuş zaman dilimlerinden olan Muharrem Ayı’nın içerisinde bulunmaktayız. Şehrullah, yani Allah’ın ayı olarak bilinen Muharrem ayı, Hicri takvime göre birinci aydır.

Muharrem ayının, tarihimizde, kültürümüzde önemli bir yeri vardır. Muharrem ayı “aşure ayı”dır... Ve Muharrem ayı bizlere, ciğerlerimizi dağlayan Kerbela’yı hatırlatan aydır.

Kerbela;

Resulümüz’ün, “Cennet gençlerinin efendileri” sözüyle taltif ettiği, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın iki ciğerparesinden biri “Hz. Hüseyin Efendimiz”in ve yetmişten fazla müminin şehit edildiği yerdir...

Asırlardır yüreklerimizi sızlatan, bağırlarımızı yakan bu elim hadise, Efendimiz’i ve O’nun Ehl-i Beyti’ni seven başta milletimiz olmak üzere bütün müminleri, derinden yaralamış, kalpleri incitmiştir. Kültürü, mezhep ve meşrebi ne olursa olsun bütün Müslümanları derin acılara gark etmiştir.

Muharrem ayını; Hz. Hüseyin’in uğrunda canını feda ettiği hak, adalet, rahmet, merhamet, müsamaha ve şefkat duygularının yeniden ihyâsı ve Müslümanların muhabbet, kardeşlik ve beraberlik duygularının güçlenmesi için fırsat bilmeliyiz.

Nitekim, Muharrem ayında yaşattığımız aşure geleneğimiz, bu kardeşliğin en güzel örneklerinden biridir. Aşure; paylaşmanın, dayanışmanın ve birlikteliğin simgesidir. Aşure aşında bir araya gelen farklı nimetlerin, aynı ortak tada katkı sağladıkları gibi, milletimiz asırlardır birlikte yaşamanın gereği olarak sevinç ve tasayı, muhabbet ve meşakkati paylaşmaya devam etmektedir.

Bu vesileyle, şehitlerin efendisi, rahmet peygamberinin çiçeği, cennet gençlerinin seyidi, ümmetin gözbebeği, Hz. Hüseyin ve Kerbela şehitleri başta olmak üzere, bütün şehitlerimizi rahmetle anıyoruz.”

Hutbe, bu şekilde devam etti... Sonunda şunu söyledi hocaefendi:

“Kerbelâ şehitlerimizi anmak ve onların ruhlarına bağışlamak üzere, İstanbul Müftülüğü tarafından Sultanahmet Camii’nde 4 Aralık 2011 Pazar günü saat 11.00’de başlayıp öğle namazı sonrası da devam etmek üzere İstanbul’un tanınmış hafızları tarafından Kur’an ziyafeti programı düzenlenmiştir.”

BU AYRILIK-GAYRILIK NİYE?

Diyanet tarafından hazırlanan ve “Kerbela” konulu bu “hutbe”yi dinlerken, son günlerde “Dersim” üzerine yapılan tartışmalar geldi aklıma...

Sizlerin de bildiği gibi;

Konuşmalar “Dersim”le sınırlı kalmayıp, “Kerbela”ya, yani “Hz. Hüseyin’in şehadeti”ne kadar uzanıyor ve “Dersim’de Alevilerin katledilmesi”nden, hiçbir ilgileri olmadığı halde, “Sünni Müslümanlar” da sorumlu tutuldu...

Bazı konuşmacılar diyor ki;

“Alevilerin kestiği yenmez anlayışı, Dersim katliamını hazırlamıştır!”

Oysa; bu anlayış bir “Alevi efsanesi”nden başka bir şey değildir.

İşte gördünüz;

Aradan geçen 1400 yıla rağmen, camilerimizde, hâlâ “hüzün” dile getiriliyor, hâlâ “birlik, beraberlik, kardeşlik ve muhabbet” vurgusu yapılıyor.

“Sünni Müslümanlar” iyi bilir ki;

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV), Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e (ra) son derece düşkün olup onları çok severdi...

Onların hakkında;

“Allah’ım; Ben, bunları seviyorum. Sen de sev bunları... Hasan ve Hüseyin, benim dünyada kolladığım iki reyhanimdir... Hasan ve Hüseyin’i seven, beni sevmiş, onlara kin tutan da bana kin tutmuştur” buyurduğunu çok iyi bilir ve buna iman eder.

Hâl bu iken;

Bu “ayrılık-gayrılık nereden çıktı ve 1400 yıl sonra hâlâ niye devam ediyor?.. Biraz önce de söylediğim gibi; bu “kin ve nefret”in kaynağı “Sünni Müslümanlar” değil, “gerçek Aleviler” de değil, herhalde “Kızılbaş”lardır!.. Öyle bir efsane “uydurmuşlar”dır ki, “yalan” üzerine inşa ettikleri bir olayı hâlâ “istismar” etmektedirler!..

O HAYVAN, HİÇ KESİLMEDİ!

Efendim, “Dersim tartışmaları” ile gündeme getirilen olay; “Alevilerin kestiği yenmez” şeklindeki “efsane”dir.

Dün de; “Dersim Kürt Tedibi” adlı kitabından alıntı yaptığım Mahmut Akyürekli, yaptığı araştırmaların sonunda demiş ki;

“Dersim coğrafyasında; Anadolu’daki Sünni-Alevi ayrışmasını körüklemek adına yaratılan ve nesilden nesile aktarılan birçok hikaye mevcuttur... Bunlardan en önemlisi ise; gerçek hayatta hiç bir araya gelmemiş ve birbirlerini tanımayan Şeyh Sait ile Seyit Rıza’ya isnat edilendir.”

Peki, nedir o hikâye?..

Şudur:

“Seyit Rıza ve Şeyh Sait’in bir araya geldiğine dair söylentiler, genel olarak şöyle hikâye edilir: Şeyh Sait, Seyit Rıza’ya misafir olur ve misafirperverlik gereği hayvan kesilir, fakat Şeyh Sait ve arkadaşları Seyit Rıza’dan özür dileyerek kesilen hayvanın etini yemezler; çünkü kendi itikatlarına göre ‘Kızılbaş’ın kestiği yenmez.’

Bu davranış Seyit Rıza’ya dokunur, misafirlerini yolcu ederken yapılan nezaketsizliği de anlatarak, bu sebepten dolayı, kendileriyle birlikte hareket etmeyeceğini bildirir.

Hikâyenin bir başka versiyonu da şöyle:

Gangozade Mehmet Ali’nin Hozat ilçesi, Ağzunik köyündeki konağına Şeyh Serif yardım istemeye gelir ve Mehmet Ali Ağa davar keserek misafirlerine ikramda bulunmak ister. Şeyh Şerif, “Ağa müsaade edersen bizim hizmetkârlar kessin” der... O zaman Mehmet Ali Ağa, Şeyh Şerif’in adamlarının davarı kesmesine izin verir ve devamında şöyle karşılık verir: Şeyhim, bu hayvanı kendi adamlarınıza kestirerek bizimle aranızdaki bağı da kestiniz.”

Evet, hikâye budur...

Peki, “gerçek” nedir?.. Mahmut Akyürekli, kitabında demiş ki;

“Şeyh Sait ile Seyit Rıza’ya veya Şeyh Şerif ile Gangozade Mehmet Ali Ağa’ya mal edilen bu diyalogların aslı yoktur. Gerçekte, bu insanlar birbirlerini hiç görmediler ve hiç tanışmadılar!..

Alevi Kürtlerle Sünni Kürtler arasında, karşılıklı karalama ve suçlamalarla Alevi-Sünni çatışması yaratılmak, Kürtleri birbirine düşürmek amaçlanmıştır.

Buna benzer yalan ve iftiralar, bölgede nifak tohumları ekmek için yıllarca kullanıldı... Bu konuda kısmen de olsa başarılı olunduğu söylenebilir.”

İSTİSMARI BIRAKSINLAR!

İşte tarih, işte gerçek!..

Bu “gerçek”lere rağmen, hâlâ “Alevi-Sünni gerginliği”ni sürdürenler, herhalde bundan “rant” elde edenler olmalıdır!..

Zira, “Sünni”lerin, “Gerçek Aleviler”le hiçbir problemi yok... Eğer olsaydı, 1400 yıl sonra bugün, hâlâ “Kerbela şehitleri”ni anmazlar, “Muharrem’in 10’unda oruç” tutmazlardı...

Birilerinin “kızıl kafa”sına;

Bu gerçekler artık dank etmelidir!..



Şike’ye Köşk vetosu

Dün, “hareketli bir gün” yaşadık... Bir yanda CHP’lilerin “Silivri’de yaptıkları şov”lar, bir yanda “Biden’in ziyaretleri” ve Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in, “Bağırsak ameliyatı” geçiren Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ziyareti derken, bir “son dakika” haberi, gündeme bomba gibi düştü.

“Şike Yasası” Meclis’ten geçip, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün onayını beklerken, dün akşam saatlerinde “Şike Soruşturması”nı tamamlayan savcının “iddianame”sini tamamladığı haberi geldi ki; gündem altüst oldu.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekilliği tarafından hazırlanan iddianamede; bir numaralı şüpheli olduğu belirtilen Olgun Peker ile Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’ın, “örgüt liderliği ve şike” suçlarından yargılanmaları talep ediliyor... İddianamede, Türkiye Futbol Federasyonu Başkan Vekili Göksel Gümüşdağ da “şüpheli” olarak yer alıyor.

Bu iddianameden sonra gözler, Çankaya Köşkü’ndeydi...

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, halen “incelettiği” yasayı onaylayacak mıydı yoksa, onaylamayacak mıydı?.. Herkes işte bu soruyu sorarken, bir “son dakika” haberi daha gündeme bomba gibi düştü...

Bir süredir “Şike cezalarında indirim” öngören yasayı “incelediğini” söyleyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, dün saat 20.00 sıralarında yasayı “veto” ettiğini kamuoyuna duyurdu.

Böylece; günlerdir devam eden “onaylayacak mı, veto mu edecek?” tartışmaları da sona ermiş oldu. Gül’ün “veto”su, kamuoyunu da herhalde rahatlatmıştır... En azından bir kriz konusundan daha kurtulmuş olduk..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi