Demokrasi mi laiklik mi?
Mızrak çuvala sığmıyor. Anayasa Mahkemesi kararına destek verenler gerekçe bulmakta zorlanıyor. Gerekçe bulmak zor; çünkü ortada açık bir anayasa ihlâli var.
Bu ihlâlin hukuk içine yerleştirilebilecek bir tevil icat edilemez.. Anayasa Mahkemesi, bir intihar eylemini tercih etti, kendisini de var eden anayasayı imha etti.
"Demokrasiye yeniden dönülebilir; ama laiklik yok olursa iş işten geçmiş olur." mantığı, bu ideolojik gerekçe arayışının özünü oluşturuyor. Yani: Demokrasi askıya alınabilir, hukuk ihlâl edilebilir. Neden? Laikliği korumak için. Peki gerçekten demokrasiyi askıya alarak, hukuku yerle bir ederek laiklik korunabilir mi?
Aslında bir gerekçe olarak önümüze konan bu ikilemin kendisi, savunulan ve korunan şeyin laiklik değil bambaşka bir şey olduğunu gösteriyor. çünkü, demokrasi dışına var olabilecek bir laikliği tasarlamak imkânsız ve özünde laikliğe aykırıdır.
Anayasamızın değişmesinin teklif bile edilemeyeceği meşhur ikinci maddesinin gerekçesinde laiklik şöyle tanımlanıyor: "Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dinî inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir." Bu laiklik tanımı sadece demokrasinin içine yerleştirilebilir. Demokrasi ile laikliği etle tırnak gibi birbirinden ayrılmaz hale getiren temel prensip, yukardaki laiklik tanımının da içinde var olan "eşitlik" prensibidir. Demokrasinin eşitlik prensibi laiklik olmadan işlemez. Burdan çıkacak çok önemli bir sonuç var: Laiklik prensibine zarar veren her teşebbüs doğrudan demokrasiyi hedef alır. Demek ki, demokrasiyi koruyup, savunduğunuz zaman laiklik prensibi kendiliğinden korunmuş olacaktır. Demokrasi, laiklikle mümkün olan üç temel prensibe dayanır. Birincisi, laikliği de vageçilmez kılan siyasal eşitlik prensibidir. İnsanların inançlarına göre farklı muamele gördüğü bir siyasal düzende demokrasiden bahsedilemez. İkincisi, bu eşitlik prensibinden çıkan sayıca çok olanın yönetme hakkıdır. üçüncüsü ise, sayıca az olanların anayasal güvenceler altında eşit bireyler olarak yaşamasının temin edilmesidir. Laiklik, yine bu üçüncü prensibin esaslarından biridir. çünkü laik olmayan bir devlet azınlığı koruyamaz.
Demokrasi dışında bir laiklik tasavvuru ancak azınlık yönetimi altında mümkündür. Matematiksel bir gerçektir: Demokrasinin alternatifi ya azınlığın, ya da tek kişinin yönetmesidir. Eğer laikliği, demokrasi içinden çekip azınlık yönetiminin içine yerleştirirseniz, karşınıza, siyasal eşitlik prensibini ortadan kaldırmış, dolayısıyla bir hukuk prensibi olmaktan çıkmış, azınlığın yönetme hakkını savunmak için seferber edilmiş bir ideoloji çıkar. Demokrasi ile laiklik arasında bir ikilem icat edenlerin, gerçekte bir felsefî inancı ve bu inanca uygun bir "yaşam biçimi"ni savunmalarının sebebi budur. Anayasa Mahkemesi kararlarında laikliğin pozitivist bir felsefî inanç ve ideoloji ve "yaşam biçimi" olarak yer alması bu durumun delilidir.
Laiklik demokrasinin olmazsa olmaz şartıdır; içinde laiklik olmayan bir demokrasi mümkün değildir. Demokrasiyi laiklik olmadan savunamayacağınıza göre, o zaman demokrasi ile laiklik arasında bir seçim yapmaya kalkmak, gerçekte demokrasi ile bir azınlık yönetimi arasında tercihe zorlanmak demektir. Devlet üzerinde sivil-asker vesayeti, bir azınlık yönetimidir. Yargıçların yönetimi (juristokrasi) yine bir azınlık yönetimidir. O zaman çıkartabileceğimiz tek sonuç var: Anayasa Mahkemesi'nin korumaya çalıştığı laiklik, anayasal bir prensip değil, azınlık yönetimine payandalık eden bir azınlık ideolojisidir.
Türkiye'de laiklik ağır bir tehdit altında. Bu tehdit iddia edildiği gibi demokrasiden değil, laiklik prensibini azınlık çıkarlarına paravana olarak kullananlardan geliyor. Demokrasinin dışına çıkartılarak, azınlık ideolojisine dönüştürülerek paçavraya çevrilen laikliğe itibarını geri vermek demokrasiyi savunmakla mümkün.