Hovardalığa son!..
ABDde City University of New Yorkta çalışırken Türkiyeye dönme kararı alan Doç. Dr. Özgür Demirtaştan hovardalığa son çağrısı!..
Hovarda zevki için para harcamaktan sakınmayan adam anlamına geliyor.
Buradan Hedonizme yol gider; zevkperestliğe yani.
Özgür Demirtaşı ilgiyle izliyorum...
ABDnin notunun indirileceğini birbuçuk yıl öncesinden bilmişti, İtalyanın borç krizine saplanacağını, Yunanistanın batacağını da tutturmuştu.
Yıllar evvel, Türkiyenin büyümede dünyanın zirvesine yerleşeceğini tahmin ettiğinde pek ciddiye alınmıyordu ama o dediği de çıktı.
Şimdi ise...
Dünyanın en büyük ekonomilerinin çöküşte olduğu bu süreçte, kafayı biraz kullanmamız halinde farkı kapatabileceğimizi söylüyor.
Onlardaki sıkıntılar devam edecek, hovardalığa son verirsek bu iş tamam!
Soykırım teklifini geçiren Fransaya boykot tartışmaları sırasında gördük; sen üretmiyorsan boykotun da anlamsız hale geliyor.
Durum bu da...
Kurtulmak elimizde.
Doç. Dr. Özgür Demirtaş, Türkiyenin hepimizi yerin dibine sokan bu farkı kapatabilme imkanına sahip olduğunu söylüyor.
Fırsat bu fırsat...
Devlet, şirketlerin araştırma, geliştirme faaliyetlerini suiistimal yollarını mümkün olduğunca kapatarak desteklerse...
Çalışmaya da başlarsak, olur bu iş!..
Türkiye, kazandığından çok daha fazlasını harcayan bir ülke.
Pakistan gibi kazanıp İsviçre gibi harcamak gibi bir rahatsızlığımız var...
Ve maalesef devlet, bazı uygulamalarıyla vatandaşların devletin bekası için tasarrufta bulunma arzusuna darbe indiriyor.
İşte son uygulama; Emeklilikte Yaşa Takılanların emeklilik taleplerine dengeleri gerekçe göstererek karşı çıkanlar, emekli vekillerin aylıklarında ani bir zıplatma operasyonu gerçekleştirince sokaktaki vatandaşın morali bir bozuldu ki sorma.
Neyse; biz yine de doğru bildiğimiz yolda ilerleyelim.
Kızan kızar; Doç. Dr. Demirtaş, Hovardalıktan vazgeçelim demekle kalmıyor, hovardalıktan vazgeçmenin yollarını da gösteriyor.
Mesela...
Cumartesi günleri izin resmen hovardalık ona göre.
Şöyle bir hesapladığınızda gerçekten de öyle bir tablo çıkıyor karşımıza...
Haftada iki gün çarpı bir yıldaki hafta sayısı:
Tam 104 gün!..
Buna, diğer resmi tatilleri filan eklediğinizde..
Tam bir hovardalık tablosu çıkıyor ortaya.
Özellikle Ankaraya bakıyorum; Haramı, helali bilen, kaynakların kendisine emanet edildiğinin şuurunda olan memurlar, memureler geçim sıkıntısı içinde...
Bunların dışında kalanlarda, tam bir sefahat tablosu hakim.
Devletin yazlık tesisleri; şurası burası üçte ikisi tatille geçen yıllar...
Giyim kuşam yerinde; akşamları Kurum uzantısı vakıfların sosyal tesislerinde yemeler, içmeler!..
Türkiye, bir yandan üretmek diğer yandan da kemerleri sıkmak zorunda olan bir ülke...
Ama sosyal tesis hovardalığı hâlâ devam ediyor.
Milletvekilleri, AK Parti iktidara gelir gelmez lojmanlarını terk etti ama çeşitli memur kesimlerine sağlanan Yazlık Tesis saltanatı sona ermedi.
İmkânı olan tatile gider; kimi köyüne, kimi oteline, kimi her nereye ise...
Devletin, çalışanlarına bedava civarında tatil yaptırması olacak iş mi?..
Şu Kamu Kurumlarının Vakıflarına da bir göz atılsın; oralarda neredeyse bedavaya çatır çatır içiyor çoğu memurlar ve memureler!..
Ya arkadaş;
Üretmeye yanaşmayan, çalışmaktan hazzetmeyen milyonların ülkesi, şimdilerde Fransaya ateş püskürüyor.
Hepimiz boykottan bahsediyoruz.
Bir Bakanımız da, Sayın Zafer Çağlayan da, Fransız Markalarının Türkiyedeki pazarlamacılarına boykot uygulanmasına karşı çıkıyor.
Onlar Türk Firmaları! sözü mânâlı...
Mesela, Oyakın ortağı Renault bir Türk Firması!..
Demek oluyor ki;
Fransızların Fransız Firması olarak kabullenmek zorunda kalacakları Türk Malını üretene kadar bağırıp, çağırmakla yetinmek durumundayız!..
Milyonlarca vatandaşının hem Cumartesi, hem Pazar izin yaptığı, yaz tatillerini kamu sosyal tesislerinde geçirdiği üretmeyen bir ülke olmaktan çıkana kadar böyle!..
Üretimle tüketim arasındaki dengeyi kurana kadar!..