Ha Yunan İzmir’e, ha ajan beynimize
Nevruz günü fitne çıkaranlarla ilgili davanın savcısı - ismi lazım değil- iddianamesinde şöyle diyor: 'Filanca sanıkların CIA ajanı ile görüştükleri iddia ediliyor...'
Ne demeye geliyor bu? İddianamenin 'iddia ediliyor' ifadesiyle bir suç dayatması ilginç... Herhalde bütün devlet ilgilileri gibi sayın savcı da bir ABD vatandaşını doğrudan suçlamayı sakıncalı bulmuş! Sanıklar ayrıca neler yapmışlar? Sözde dini eksenli bir grupla terör örgütü PKK'nın propagandasını yapmışlar...
Bölgede dini kimliği ile tanınan Sait Nursi'nin posterlerini açarak örgüt için istismar etmişler...
Atatürk'e 'deccal' diye hakarette bulunmuşlar... Başkalarını suç işlemeye teşvik etmişler...
Halkı din, ırk, din, mezhep ve bölge bakımından ayırmaya çalışmışlar... Kitleleri kin ve düşmanlığa tahrik etmişler...
Tartışmak istediğim husus yargı sürecinde olan bir dava değil. Bu iddianamenin tekrar hatırlattığı, derin ve ağır 'devlet etme' meselemizdir! Bu özetlediğim eylem ve söylemlerle suçlanan sanıklardan bazılarının ajan bağlantılarına da değinilmiş: Kürtçe bilen Lakeberg sanık H.B'ye mesaj göndererek kendisiyle görüşmek istiyor...
Bunun üzerine sanıklar H.B ve A.T'nin ABD'li olduğu iddia edilen Lakeberg ile görüşüyor...
Lakeberg'in sanık H.B'ye kendisinin CIA ile bağlantısı olduğunu söylüyor...
Lakeberg Irak'ın kuzeyinde insan haklarına yönelik bir dernek açtığını ve böylesi bir derneği Diyarbakır'da da açmak istediğini anlatıyor, Lakeberg'in daha sonra sanık H.B'ye bir mektup vererek ayrılıyor... Peki, bu ajan veya ajanlar nerede? İşte, Türkiye'ye sürekli iç kavga ve gerilim yaşatan çaresizliğin belgesi! Her zaman yaptığımız gibi, bir kere daha kukla ve tetikçileri cezalandırmaya çalışacağız ama azmettiricilere bırakın fatura kesmeyi, yan bakış bile atamayacağız...
Ne anladık bundan? Hiç! Sabah akşam, ajan cenneti olduğumuzu söyleyip duracağız ama ilaçlık bir tane fitne örgütleyici casusu tutup içeri çıkamayacağız, hesap soramayacağız. Bunu yapamadığımız için de fitneciyi -caydırmak şöyle dursun- teşvik etmiş olacağız! Böyle geldi, böyle mi gidecek?
Doğrusu bu gidişi değiştirmek kolay değil... Birbirimizle çekişirken kimin ekmeğine yağ sürdüğümüzü hiç hesaba katmadığımız sürece... İçinde bulduğumuz kutuplaşmanın gerisinde dış güç tezgâhının olup olmayacağı ihtimalini hiç hesaba katmadan sıcak kavgaya balıklama dalabildiğimiz sürece...
Herhangi bir kamu kurumunun gizlilik gerektiren herhangi bir işinde kirli boyut olduğuna ilişkin iddia ve hatta belgeyi görüp haberci coşkusuyla harekete geçerken aslında başka bir gizli servisin manevrasına hizmet edebileceğimize ilişkin şüpheci bir bakış geliştiremediğimiz sürece...
Böyle daha pek çok arızamızı sayabiliriz. Ancak önemli olan kendimizi toparlamaya nereden başlayacağımıza ilişkin fikir birliği yapmayı denemektir. Dibe vurmuşluğumuzu ittifakla kabul edebilsek...
Yunan'ın İzmir'e çıktığı günkü 'kafaya dank ediş' halini tekrar yaşayabilmek için ille de yeni bir askeri işgali beklemesek...
Beynimiz ajan, işbirlikçi işgali altında; böyle bir ülkeye başka düşman ve başka istilâ gerekmez...
Hiç değilse bunda anlaşabilsek...