İlim bir dedikodu imiş...
Sıcacık gündemin ufukları tıkadığı bir hengâmede ülkenin genel görüntüsüne bakmayı denesek daha karamsar mı oluruz, daha iyimser mi?
Bu soruya zihnin ilk anda vermeye eğilim göstereceği cevap olumsuzdur. Sebebi de açık: Siyasi iklimin en ılıman olduğu demlerde dahi temel meselelerimizi soğukkanlı biçimde tartışmayı beceremediğimizi biliyoruz. çatışan veya çekişen kutupların hangisine sorsanız bu beceriksizliğin asli sorumlusu karşı taraftır.
Fakat sağduyu sahibi bilir ki, her türden fitneyi çıkaran ile fitneyi önlemeyi başaramayan arasında sorumluluk katsayısı bakımından çok önemli bir fark yoktur. Akıllı adamsan deliyi idare etmeyi becereceksin!
Belli ki 60 yıla yakın bir zamandır bu ülkede en azından iki kutup halinde birbirimizle boğazlaşmamızı mümkün kılan bir 'şey' var... Ne olduğuna herkes kendine göre karar verir de; bu 'şey' belki bir dış güç, belki bir iç çark, belki bir milli hastalık, belki daha başka bir odak, belki de hepsinin şu veya bu ölçekle harman olduğu bir karışım... İşi gücü bırakıp kafa yormamız gereken ilk mesele bu!
Neden konularımızı soğukkanlılıkla tartışamıyoruz? Neden tarihimizin en sık tekerrür eden gerçeği fetret oluyor da ikide bir kardeşin kardeşi boğazladığı süreçlere girip çıkıyoruz? Neden ölüm-kalım bahsi gelip çatmadan birbirimizi anlamaya çalışma ve asgari müştereklerde uzlaşma kültürünü geliştiremiyoruz?
Neden her tartışmaya karşımızdakini anlamak için değil, anlamamaya yemin etmiş gibi oturuyor ve sürdürüyoruz?
Tarihimizden sadece Cumhuriyet'imizi, ondan da sadece çok partili siyaset dönemini alsak bile bir elin parmaklarından fazla iç kargaşa dönemi yaşadığımızı görüp en temel soruya kilitlenmekten bizi men eden nedir? Gerçekten hangi 'şey' veya hangi 'şeylerin harmanı' bizi dönüp dönüp sürekli aynı zindana sokuyor?
Aşk derecesinde bir samimiyetle bu soruyu sorabilecek her 'kutup' bırakınız kendisini mesele tartışabilir ve çözebilir hale getirmeyi, karşısındakini de daha ilk içtenlik kararıyla belli bir anlayışa ve anlaşılabilirlik çizgisine taşıyabilecektir. Bütün mesele aşk ile istemekte... Sözgelimi adil olmayı aşk ile istemek. Gelir dağılımının adaletli olmasını aşk ile istemek. Emaneti ehline teslim etmeyi aşk ile istemek.
Bitti; içerideki karşıt bir kutbu geçelim, düşman bile belli oranda kilitlenmiş demektir. Aşk ile istemek, ayette 'öyle bir savunma yap -veya hasmını öyle bir yöntemle defet ki- o en güzel olsun' denilerek ısmarlanan yüksek tekniğin besmelesidir. Lâkin ille de aşk ile istemek...
Uygun görmek, beğenmek, tercih etmek, heves etmek, gereğini aramak değil, aşk ile istemek! İktidar partisi kapatılsa da, kapatılmasa da işin künhü burada! Açık ki, bu toplumdaki Erdoğan sevgisinin daha epey ömrü var.
O sebeple; partisi kapatılsa da, kapatılmasa da -ki sanırım kapanmayacak- toplumdaki bu sevginin Erdoğan'a yüklediği bedel, Hadis-i Şerif olma ihtimali de bulunan 'Adalet mülkün temelidir' düsturuna aşk ile sarılmaktır... Samimiyetten de öte, aşk ile sarılmak...
İlim; maddi ve manevi zenginlik üretebilen mübarek dedikodu; aşk ise yoksullukta bile mutlu kılan iksir... Aşk gelecek cümle dertler bitecek...