“Halâskâran-ı Zabitan” ya da “Kurtarıcı Subaylar”
Balkan Savaşı’nı Osmanlı Devleti kaybedince, Balkanlar'daki küçüklü büyüklü devletler, eski efendilerinin yorgun ve yaralı bedenine üşüşüp gagalamaya başladılar…
Eski “çömez”lerimizden Bulgaristan, bizden 25 bin 257 kilometrekare toprakla bu topraklarda yaşayan 984 bin nüfus kopardı…
Vaktiyle Atinalı papazların dâveti üzerine fethettiğimiz Yunanistan, 55 bin 919 bin kilometrekare toprakla 1 milyon 859 bin nüfus apardı…
Sırbistan 41 bin 873 kilometrekare toprakla 1 milyon 942 bin nüfus, Karadağ 5 bin 590 kilometrekare toprakla 161 bin nüfus, Arnavutluk 25 bin 734 kilometrekare toprakla 800 bin nüfus götürdüler.
Birinci Balkan Savaşı’nın başında, Avrupa devletleri, hiçbir sınır değişikliğini kabul etmeyecekleri yolunda yayınladıkları ortak deklarasyonu çoktan unutmuş, Osmanlı Devleti’nin başına üşüşen leş kargaları yavrularını iştahla seyrediyorlardı.
Yakın tarihimize "Babıali Baskını" olarak geçen olay, yukarıda bahsi geçen 1. Balkan Savaşı yenilgisinden sonra gerçekleşti. Takvimler, 23 Ocak 1913'ü gösteriyordu. O tarihte Sultan Abdülhamid çoktan tahttan indirilmiş (27 Nisan 1909) ve Selanik’e sürülmüştü. Onun halliyle birlikte memleketin düzeleceği beklentisi çökmüş, her şey çığırından çıkmıştı. Artık onu tahttan indirenler bile pişmandı. Ama iş işten geçmişti. Vatanı kurtarmaya meraklı genç subaylarla, onların arkasından koşan heyecanlı aydınlardan oluşan “kurtarıcı” kadro, bırakınız vatanı kurtarmayı, mevcudu bile muhafaza edememiş, Bulgarlar Edirne’ye girmişti.
Durum o kadar vahimdi ki; vaktiyle İttihad ve Terakki Cemiyeti ile birlikte hareket eden bazı subaylar, “Halâskâran-ı Zabitan”, yani “Kurtarıcı Subaylar” (bizimkisi de ne vatanmış değil mi, tarih boyunca kurtar kurtar bitmiyor) teşkilatını kurmuş, vatanı bu kez İttihatçılardan kurtarmak için bazı subaylar, vaktiyle İttihatçı önderlerin yaptığı gibi, isyan ederek dağlara çıkmışlardı. Devlet de zaten bu kargaşa ortamında Balkan Savaşı’nı yitirmişti.
Başarısızlığın sorumluluğunu tabiî ki İttihat ve Terakki Cemiyeti önderleri üstlenmeliydiler. Ancak başarısızlığı kabul etmek kimse için kolay değildir: İttihad ve Terakki Cemiyeti yöneticileri için de kolay olmadı. Başarılı olamadıklarını mertçe itiraf etmek yerine, “İktidar tümüyle kontrolümüzde olmadığı için böyle şeyler oluyor” mazeretine sarıldılar. Nihayet silah zoru ile tüm iktidarı ele geçirmeye karar verdiler.
23 Ocak 1913 günü Kamil Paşa Hükümeti Babıali'de toplantı halindeyken kır bir ata binmiş Yarbay Enver (kısa süre sonra paşa), yanında İttihat ve Terakki'nin tetikçi subayları Yakup Cemil, Mustafa Necip, Mümtaz, Sapancalı Hakkı olduğu halde Sadaret (başbakanlık) önüne geldi.
Bu sırada 40 kişilik bir ihtilalci grup da Sadareti (başbakanlık) sarmıştı. İttihat ve Terakki'nin ağzı en iyi laf eden hatibi ömer Naci ve önde gelen liderlerinden Talât (Paşa) da oradaydı.
Enver Bey, yanında silahşörleriyle başbakanlığa girdi. Polis ve Başbakanlık Muhafız Taburu görevlileri Enver Bey’i engelleme hususunda hiçbir harekette bulunmadılar. Sadece bazı subay ve polisler, engel olmaya çalıştılarsa da, keskin nişancı İttihatçılar tarafından vurularak bertaraf edildiler.
Bu arada bir dram daha yaşandı: Silah seslerini duymasıyla birlikte, hükümet toplantısını bırakıp koşan Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) Nazım Paşa da vurularak öldürüldü. Oysa Paşa Balkan Savaşı'nın Başkomutan Vekili’ydi. Ne yazık ki; bu kimliği gözünü kan bürümüş İttihatçı Yakup Cemil'in kurşunlarına hedef olmaktan onu kurtaramadı.
O hızla hükümet toplantısını basan İttihatçı Yarbay Enver, “Millet sizi istemiyor, istifa ediniz” diyerek Sadrazam Kamil Paşa'nın istifasını istedi. Neredeyse kafasına tabanca dayayarak yazdırdığı istifa mektubunu elinden kaptığı gibi Dolmabahçe Sarayı'na koştu. Sultan Mehmet Reşat hayatından endişeliydi. Durum bildirildiğinde "Peki, öyle olsun, hayırlı olsun" demekle yetindi. Kamil Paşa Hükümeti’nin istifasını hemen kabul etti. Ayrıca Yarbay Enver Bey'in önerisiyle Mahmut Şevket Paşa'yı hükümeti kurmakla görevlendirdi. Böylece 4 yıl evvel 31 Mart ayaklanmasını bastırmak üzere Selanik'ten İstanbul üzerine yürüyen "Hareket Ordusu"nun ünlü komutanı Mahmut Şevket Paşa, Başbakan oldu. Ve tamamı İttihatçılardan oluşan yeni bir hükümet kurdu.
Fakat ömrü uzun olmayacak, 11 Haziran 1913 sabahı Divanyolu’nda seyreden otomobilinin içinde vurularak öldürülecekti. İttihat ve Terakki iktidarı bunu adeta fırsat bilip bir devlet terörü başlatacak, Bayezit Meydanı’na tekrar sehpaların gölgesi düşecek, 2. Balkan Savaşı bu sırada yürekleri tekrar yakacak, derken devlet yine İttihatçı önderlerin kahraman olma sevdalarıyla dengesiz vatanseverlikleri yüzünden 1. Dünya Savaşı’na sürüklenecekti…
Niçin mi bu hikâyeyi tekrar yazdım: Tarihin hiçbir döneminde, hiçbir darbenin millet açısından hayırlı sonuçlar vermediğini birilerine tekrar hatırlatmak için..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.