Aa, güzel bir haber!
İşte nihayet güzel bir haber: Maçların devre arasında tuvaletlerde ve koridorlarda karton üzerinde namaz kılanları tesbit eden Fenerbahçe yönetimi, her tribüne bir mescid açmayı planlıyor. Mescid için yer arayışına giren yönetim, kısa zamanda meseleyi projelendirerek taraftarına güzel bir hizmet verecek.
Önemli midir; çook önemlidir. Fenerbahçe yönetimini kutlarım ve bu hassasiyetin diğer spor tesislerinde de gösterilmesini beklerim. Haberin ayrıntılarını geçelim: Geçen sene hizmete giren Türk Telekom Arena'da, Trabzon'un Avni Aker'inde mescid ihtiyacı gözetilmiş ama BJK'nın İnönü'sünde, Ankara'nın 19 Mayıs'ında hâlâ yokmuş meselâ. Hürriyet gazetesinin verdiği habere göre "Anadolu şehirlerinde halkın daha muhafazakâr olduğu" gerçeği göz önündeyken stadyumlarda mescid bulunmamakta imiş.
Ankara'nın şimdiki otogarı AŞTİ'nin hizmete girdiği yıllarda dikkatimi ilginç bir ayrıntı çekmişti. Binlerce kişinin deverân ettiği koca tesiste güzel bir mescid olmasına elbette vardı; abdest yerleri de fena değildi fakat içeriye girince çok şaşırmıştım: Mescidin kıble istikameti, mekâna göre yan duruyordu; hepimiz kıblenin mekân duvarlarından biriyle 90 derecelik açı yapacak şekilde mevzilenmesine alışmışızdır. Kıble ile kıble duvarı arasında açı oluşunca ister istemez mekânı çağanoz gibi "Yanpiri" kullanmak lüzumu hâsıl oluyor. Oysaki yeni proje, taze bina... Mimarlar için tasarı safhasında mescid olarak ayrılan yerin kıble duvarını elifi elifine denk düşürmek kesinlikle karmaşık bir problem teşkil etmez. İnsanları mekân içinde duvarlara göre eğrilmiş saflarda durduracağınıza mekânı küçük bir müdahale ile kıbleye yöneltirsiniz olup biter.
Mimarlar bu "küçük" inceliği atlamış olabilirler ama projeyi kabul eden heyetin ayrıntıyı fark etmemesi şaşırtıcı. Aynı garâbeti Atatürk Havalimanı'nın mescidlerinde de görüyorum; özellikle dış hatlar mescidinde. Köşelerden birine yerleştirilmiş kıble nişine göre eğrilmiş saflar. "Namazın faziletini mi azaltır?" Yoo, faziletle alâkası yok, öngörüyle, incelikle, nezâketle alâkası var. Neticede bu binalar daracık parsellerde her santimi kazanmak adına, ergonomik davranmak baskısı altında çizilen yapılar değil ki; yüzlerce dönümlük arazi içinde yerleştirilen devâsâ tesislerin içinde siz bilemediniz 500-600 metrekarelik küçücük mekânlar. O inceliğe dikkat edilmek gerekmez miydi?
Sözün tam burasında ağır bir vicdâni baskı altında olduğumu itiraf etmeliyim: Bizim gazetenin alt katındaki mescidde de aynı kusurun tekrar edildiğini belirtmezsem ayıp etmiş olurum diye düşünüyorum. Zaman Gazetesi'ni gezenler bilir, her şeyiyle dört dörtlük, fevkalade bir hizmet binasıdır, üstelik "akıllı"dır da. Projeyi çizen teknik ekibi tanımak fırsatını da buldum, bu gibi ince ayrıntıları, benden daha iyi bilen, iyi yetişmiş gençler. Nasıl ihmâl edilir anlamadım ama yazmadan da geçemiyorum; "Başkalarına iğne ise çuvaldız da bize..."
Söz mescidden açılınca hatırladım, internette bir fotoğraf gördüm, onu anlatayım size. Mevsimlerden yaz, günlerden cuma olmalı; herhalde Güneydoğu'da bir karakolda hudut bekleyen askerlerimiz yaymışlar beylik battaniyeleri kara toprağın üstünde, bir güzel saf tutmuşlar. Kamuflaj pantolonlu, hâki fanilalı çıta gibi delikanlılar. Bazıları çarşı iznine çıkacak olmalı ki sivil giyinmiş ama "acelemiz var" diye namazdan da kaytarmamışlar hani. Aferin onlara. Yahu vallahi limonata gibi bir manzara; içtikçe içesiniz, seyrettikçe seyredesiniz geliyor. Efendimiz'in "Yeryüzü bana mescid ve sebeb-i tahâret kılındı" tesbitinin tecelli ettiği sayısız anlardan birisi. Fotoğrafın altına internet kullanıcılarından birisi, "Bu orduya kurban olurum ben" notunu kondurmuş, bir diğeri "İşte özlenen tablo" diyor. Ben de diyorum.
Ha, ne diyorduk, güzel haber diyorduk: gazetede sırtındaki sarı-lâcivertli formayla kâğıt üstünde vaktin borcunu edâ eden Fenerbahçe taraftarlarının fotoğrafı da var. Yaşlanıyor muyum nedir, duygulandım; kalbim yufka gibi yayıldı, yumuşadı. "Helâl olsun size be gençler" dedim içimden, "Helâl olsun; ne kadar güzelsiniz siz böyle!"