İstanbul sesli... Ankara sisli... MİT, ne dedi acaba?
Hemen her zaman “son saniyelerde” yetişirim uçağa... Hatta bazen kaçırır, bir sonraki uçağa binerim... İlk defa dün, saat 08.00’de kalkacak uçağa yetişebilmek için, sabah 06.00’da kalktım... Saat 07.00’de havaalanındaydım, 07.30’da da uçakta...
“Oh” demiştim; nihayet “vaktinden evvel” geldim... Artık, bir “rötar” olsa bile en geç 09.30’da Ankara’da olurum, saat 11.00’de başlayacak toplantıya da rahat rahat yetişirim...
Gelin, görün ki, saat 08.00’de “kaptan”dan bir anons;
“Ankara Esenboğa Havaalanı’nda yoğun bir sis olduğundan hareket edemiyoruz... Eğer yeni bir gelişme olursa, 15-20 dakika sonra sizleri bilgilendireceğim!”
Aradan geçti 20 dakika...
“Kaptan”da bir anons daha:
“Ankara’da sis maalesef devam ediyor... Görüş mesafesi 100 metreye kadar düşmüş!..
Bizden önce kalkan uçaklar da Esenboğa’ya inemiyor ve halen 10 uçak Ankara üzerinde tur atıyor!”
Bekliyoruz...
10-15 dakika daha geçtikten sonra, saat 08.50’de son anons;
“Sis devam ediyor... Esenboğa’ya inemeyen uçakların bir kısmı Kayseri’ye, bir kısmı Antalya’ya inmişler... Bu durumda, sizleri de bekleme salonlarına alacağız... Esenboğa’da hava müsait olunca, size yeni bir çağrı yapacağız!..
Buyrun, uçaktan inebilirsiniz!”
Şu hâle bakın;
Kırk yılda bir “vaktinden evvel” gittim, bu defa da uçamadım!..
Sadece ben değil tabii, “8-10 gazetenin genel yayın yönetmeni” arkadaş da uçamadı... Hep birlikte indik uçaktan...
Biz Ekrem Dumanlı’nın davetine icabet edip, “kahvaltı” yaptık, Kayseri’ye inmek zorunda kalanlar ise, herhalde “mantı” yemişlerdir!..
MİT’İN 85. YILDÖNÜMÜ!
Efendim, Ankara’ya gidiş sebebimiz, Milli İstihbarat Teşkilâtı’nın 85. yılı münasebetiyle düzenlenen törene katılmaktı.
Hemen söyleyeyim;
“Davet”in sebebi, “Uludere olayları” ile ilgili değildi... Çünkü davet, “Uludere olaylarından birkaç gün önce” yapılmıştı...
Sanıyorum, “MİT’in 85 yılda geldiği nokta” konusunda bilgiler verilecek, “istihbarat mekanizması”nın nasıl işlediği anlatılacaktı.
Ama, dediğim gibi;
Dünkü “davet”in “Uludere’de 35 vatandaşın öldüğü olay”la hiçbir ilgisi yoktu.
Son günlerde, “Uludere” olayları vesile edilerek Müsteşar Hakan Fidan üzerinden MİT’e yönelik “bombardıman” başlatılmış olsa da, davetin “dün”e denk gelmesinin Uludere ile kesinlikle bir ilgisi yoktu!.
Eğer Ankara’ya gidebilseydik, herhalde bu konuyu da gündeme getirir ve olayı “MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ağzından” dinleme imkânı bulabiliriz diye düşünüyorduk.
Ama, gidemedik.
Demek ki, kısmet değilmiş!..
Gerçi saat 10.10 civarında “sis” dağılmış ve uçak seferleri normale dönmüş ama, neye yarar?..
YENER DÖNMEZ ORADAYDI
Neyse ki;
Ben gidemesem de, Ankara Temsilcimiz Yener Dönmez gitti ve izledi toplantıyı... “Nasıl geçtiğini” sorduğumda, “İyi oldu” dedi;
“En azından, MİT’e yöneltilen suçlamaların doğru olmadığını birinci ağızdan öğrenme fırsatı bulduk... Ve yine öğrendik ki, MİT’in verdiği istihbaratlarda bir yanlışlık yok!”
Yener Dönmez’in gönderdiği “haber”de de okuyacağınız gibi, Hakan Fidan, yaptığı “85. yıl sunumu”nda demiş ki;
“Şu an bize bölgenin yıldızı diyorlar... Önemli olan global ölçekte oyuncu olabilmek, bu hızla gidersek iki-üç yıla kadar dünya yıldızı olabiliriz.
Asker ve MİT’in istihbaratta işbirliği yapması tarihi bir adımdır... İstihbarat çarpan etkisi yapan bir faaliyettir. İstihbaratta ise teknoloji çarpan etkisi yapıyor. Türkiye’nin bölgesinde artan ağırlığı oranında istihbarat faaliyetleri açısından ihtiyaçları da artıyor... Türkiye’ye yılda 35 milyon yabancı giriyor. Bölgesel gücümüz arttıkça ihtiyacımız da ona göre artıyor... Dünyanın en etkili servisleri, dünyanın en gelişmiş demokrasilerinde oluyor.”
FİDAN’I 2005’TE TANIDIM
Bütün bu açıklamalar, elbette önemli...
Ama, çok daha önemlisi; “MİT’in kapısının medyaya açılmış olması”dır!.. Bu, bir “şeffaflık” göstergesidir... Bu, bir “kendine güven” ifadesidir!..
Eğer, Hakan Fidan, teşkilatına ve kendine güvenmiyor olsaydı, herhalde “şeffaf” davranmaz, bunca “saldırı”dan sonra “medyadan kaçar”dı!..
Ben, Hakan Fidan’ı, taa 2005 yılında, Başbakan Tayyip Erdoğan’la birlikte çıktığımız “Moğolistan gezisi”nde tanımıştım.
O zaman, “TİKA Başkanı”ydı...
Dönüşte, onunla ilgili olarak şunları yazmıştım:
“Son yıllarda; özellikle Başbakanlık bünyesinde faaliyet gösteren Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı’nın (TİKA) faaliyetleri, tarihi geçmişi hayli eskiye dayanan “beraberlik”leri, yeniden diriltebilir!.. Bunun için zemin müsait...
İlişkilerin canlanmasında genç, dinamik ve güler yüzlü TİKA Başkanı Hakan Fidan’ın büyük rolü olduğunu önemle not etmek gerek...
TİKA’nın Moğolistan’da sürdürdüğü “kazı”lar, “kültürel ve sosyal faaliyetler” ile son gezide gerçekleştirilen “ekonomik işbirliği” anlaşmaları, Moğolistan’daki “tercih”lerin yönünü olumlu şekilde etkileyebilir...
Başbakan Erdoğan tarafından Karakurum’da 46 kilometrelik “Bilge Kağan Yolu”, belki de “geçmişten-bugüne” atılan bir temel olma özelliği taşıyor!..
Bu temel, “farklı ilişkiler”in gelişmesine de zemin hazırlayabilir...
Ankara’nın TİKA öncülüğünde yürüttüğü faaliyetler, sadece Moğolistan’la sınırlı da değil...
Meselâ, Afganistan’da “okul”lar açılıyor, Özbekistan’da modern bir “sera işletmesi” inşa ediliyor, Tacikistan’da “serbest ticaret bölgeleri” kurulmasına destek veriliyor, Kırım’ın Canköy bölgesine “eğitim ve malzeme desteği” sağlanıyor, Azerbaycan’la “Yerel Yönetimler İşbirliği Projesi” yürütülüyor, Türkmenistan’dan gelen öğrencilere “kurs”lar veriliyor, Kırım Tatar Millî Meclisi restore ediliyor ve yine Kırım Tatar toplumuna “konut edindirme” yardımları yapılıyor!..
Uzun lâfın kısası;
Türkiye, “Asya” coğrafyasında “yoğun bir faaliyet” içinde!.. Bu faaliyetlerde, TİKA Başkanı Hakan Fidan’ın yoğun girişimleri ve büyük emeği var!..”
Evet, 2005’te bunları yazmışım.
Doğrusu, “yerinde duramayan” Başbakan’a da, işte böyle “yerinde duramayan” bir TİKA Başkanı yakışırdı...
Hakan Fidan, “genç”ti, “enerjik”ti, “güler yüzlü”ydü...
Hepsi bir yana, “yerli”ydi!..
ONA SALDIRIYORLAR ÇÜNKÜ!
Son gelişmelere bakıyorum da, “yanılmadığım” için seviniyorum... Çünkü, TİKA Başkanlığı’ndan MİT Müsteşarlığı’na terfi ettirilen Hakan Fidan, burada da güzel işler yaptı... Hiçbir şey yapmasa bile, MİT’e “yerli” damgası vurdu!..
Çünkü, Hakan Fidan’ın kendisi “yerli” idi, “bizden”di, bir “Anadolu çocuğu” idi!
MİT’i “yerlileştirmek” için de büyük çabalar harcadı... Çünkü MİT, neredeyse “CIA ve MOSSAD’ın Ankara Şubesi” gibi çalışmakla suçlanıyordu... Hakan Fidan ise, göreve geldiği ilk günden itibaren, bu “ithal kafa”ları temizlemeye çalıştı...
Belki de, bu yüzden, daha ilk günlerde “müthiş bir sadırı”ya maruz kaldı... Onun “MİT Müsteşarlığı”na getirilmesine en büyük tepkinin İsrail’den gelmesi, “Hakan Fidan’a saldırının kaynağı”nı görmeye, herhalde yeterlidir!..
Demek ki;
MİT’in ve “medya”nın içinde hâlâ “MOSSAD civcivleri” var!..
Öyle olmasa, “MİT’in, PKK’lılarla yaptığı görüşme” basına “sızdırılmaz”dı!..
Ve yine; “Uludere’de 35 kişinin öldüğü olay”dan dolayı, MİT’e bu kadar saldırılmaz, bu kadar “itibarsızlaştırma” kampanyası yürütülmezdi... Bu kampanyanın, “hangi tarafta” olduğu belli olmayan bir “malûm gazete” tarafından sürdürülmesinin üzerinde de, ayrıca durmak gerek.
ÖYLE BİR RAPOR YOK!
İşte MİT, açıkça söylüyor:
“28 Aralık 2011 tarihinde hayatını kaybeden 35 vatandaşımız ile ilgili olabilecek grup, yer, tarih, sayı ve geçiş güzergâhlarına ilişkin, teşkilâtımızca herhangi bir istihbarat paylaşımı gerçekleşmemiştir!”
Ne demektir bu?..
“Biz, o gün istihbarat vermedik” demektir... Dolayısıyla, ısrarla sürdürülen “yanlış istihbarat MİT’ten” kampanyası da çökmüştür!..
Devam ediyor açıklama:
“Anılan gazetecinin 30 Aralık 2011 tarihli “Yanlış İstihbarat MİT’ten” başlıklı haberinde yer alan “... Heron, bölgedeki sivil vatandaşların görüntüsünü alıp, Ankara’ya iletiyor. Ankara’da görüntüleri gören yetkililerden biri durumdan şüpheleniyor. Grubun sivil olma ihtimali üzerinde duruyor. Şüphe üzerine konuyu yetkililer ile paylaşıyor. MİT’le iki kez temasa geçiyor. MİT yetkililerine şüphe aktarılıyor.
MİT, ‘Grup kesin PKK’lı’ deyip, kendilerine gelen istihbaratın sağlam olduğunu karargaha bildiriyor.
‘Kesin’ ifadesi üzerine de, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın emri ile uçaklar bölgeyi bombalıyor...” ifadesi ve “Görüntü alınması ile operasyon yapılması arasındaki bu üç saatlik zaman farkının nedeni, görüntülerden şüphelenen yetkilinin bilgisi üzerine MİT’le iki kez temasa geçilmesi. Bilginin teyit edilmesi için beklenmesi” şeklindeki açıklamalar tamamen yalan ve hayal mahsulü olup, gerçekle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.”
Kaldı ki; “Taraf’a sızdırılan MİT raporları”ndan, 21 Aralık 2011 tarihli olanı hariç, hiçbiri “Uludere Ortasu kırsalı” ile ilgili değildir!.. Bu “rapor”da da, iddia edildiği gibi; “Bir terörist grubun illegal yollardan Türkiye’ye giriş yapacağına” dair bir bilgi, “kesinlikle” yoktur!..
BIRAKIN BU FİDAN BÜYÜSÜN!
O halde MİT, neden “hedef”te?..
“Kampanya”ya dönüşen “İstanbul mahreçli haberler”de; MİT bünyesinde “CIA ve MOSSAD temizliği” yapan “Hakan Fidan’dan duyulan rahatsızlık” ve onu “MİT’in başından uzaklaştırma” çabalarının yattığını söylersek, herhalde yanılmış olmayız... Bu konuda; “bazı mahfiller” tarafından “Taraf’ın kullanıldığını” söylemek için de, herhalde “müneccim” olmaya gerek yok!..
Şunu da söyleyeyim:
Her şeye rağmen, “Uludere’de 35 kişinin ölmesi” olayına, bir “kasıt” değil, “hata” olarak bakmaya devam ediyorum... Bu “vahim” olayın; bazılarının iddia ettiği gibi kesinlikle “Kürt halkına yönelik” olmadığına da bütün kalbimle inanıyorum...
Ancak, bu olay dolayısıyla gösterilen “haddinden fazla şiddet”in devam etmesi; bana “başka şeyler” düşündürmeye başladı!..
Birileri; “yanlış yönlendirme”lerle 35 vatandaşı “yem” mi yaptı acaba?.. Amaçları, bu olayı köpürtüp, “Hakan Fidan’ın başını yemek” miydi?..
Değilse; “Yanlış istihbarat MİT’ten” iddialarının “kampanya”ya dönüştürülmesi, neyin nesidir?..
MİT, teşkilâta yönelik “maksatlı ithamlar”ın, terörle mücadelede özenle yürütülen çalışmaları “aksatmayacağını” vurguladığına göre; hiç kimse el ovuşturmasın!.
Bu “Fidan” büyüyecektir!..
Hem de;
Medyanın “fason hocaları”na,
Ve “Mason locaları”na rağmen!..
Bir kağnı hikâyesi
Geçenlerde, A.Turan Alkan anlatmıştı hikâyeyi...
Köylü, “kağnı”da ağır yük taşıyor, fakat iki tekerleği birleştiren ahşap dingilin bir tarafı öyle incelmiş ki, köylünün canı ağzında...
Her adımda dingili gözleyerek, “Aman ince yanı, dayan ince yanı” diye yalvarıp durmakta.
Derken “Çat!”
Köylü eğilip bakıyor ki dingil en sağlam görünen kalın tarafından kırılmıştır. Dayanamayıp takdir ediyor, “Efferim be ince yanı!”
A.Turan Alkan, hikâyeyi, elbette “Başbakan Tayyip Erdoğan’a uyarı” maksadıyla anlatmıştı... Demek istiyordu ki; “kurmay”larının ve “bakan”larının “zayıf” görünenine değil de, “güçlü” görünenine bak!... Zira, “ince yanı” değil de, “kalın yanı” çökebilir!..
Şahsen ben, işin orasında değilim...
Ben, olayın “medya boyutu” ile ilgileniyorum...
Sayın Başbakan; kendilerine “yandaş” denilen “gazete” ve “televizyon”ların “ince”lerini değil de, “kalın”larını bir gözden geçirse, iyi olur diye düşünüyorum...
“Hükümetin kuyusunu kazmaya” çalışan “adam ve madam”lara “yandaş” denilen “medya” organlarında “resmi geçit” yaptırılıyor olması, bana biraz “tuhaf” geldi.
“Dingil”i kıran, “kalın taraf” olabilir!..