Muhsin Meriç

Muhsin Meriç

Hâriciyenin harcı

Hâriciyenin harcı

Türkiye’nin hâriciyesini idare etmek, hele on yılların birikmiş önyargıları ve ‘özgüven’den mahrum telakkileri zihinlere kazınmışken ve hâriçten parmakların karışmasına alışılmış bir hâriciye yapısı duvar gibi ortada dururken bunu yapmak her babayiğidin harcı değildir.

İnşâ süreçleri hep sıkıntılı geçer. Çığır açmak sağlam bir yürek ve ümitli ve şevkli bir kadro ister. Bir momentum yakalanmışsa durmamanız gerekir; insanüstü bir fedakârlıkla uçurmanız şart olur kalkan uçağı. Araplar derler ki, “Devrimin olmaması yarım kalmasından iyidir.”

Hâriciyede iddiasız yıllarımız dâvâsız yıllarımızdı. Birkaç dönemi istisna tutacak olursak geri kalan vakitler günü kurtarmakla meşguldük. Hakka inanmadığı için halka himmet ve hizmet etme derdi olmayanların dâhilden ve hâriçten bünyeyi kemirdiği devirler büyük oranda geride kaldı.

Şimdi yeni bir ‘inşâ’ dönemi yaşıyoruz. Bu dönemin riski, ‘ahlâkî ve aklî bir yol’ ve bu yolda yürüyecek ‘müstakim’ ve ‘ehil’ bir kadro istihdam edil(e)mezse kazanılan ‘özgüven’in hayal kırıklıklarına, temerküz eden büyük siyasi ve ekonomik gücün ‘yozlaş(tır)ma’ vasıtasına dönüşmesidir.

Yakın tarihte nadiren yaşadığımız hariciyenin öz-güven, öz-akıl, öz-strateji ile idare edilmesi keyfiyetini şimdi daha yoğun gözlemliyoruz.

Ülkeleri haritalardan ibaret sayan ‘kartografik’ bir anlayıştan, halkları ve halklarla tarihi ve kültürel irtibatları dikkate alan ‘beşerî’ bir anlayış hâkim kılınmaya çalışılıyor şimdi hariciyeye. Vicdan düğmeleri kapalıydı, şimdi açılmaya çalışılıyor.

Tehdit algılarından ve güvenlik paranoyalarından çok, ‘itimat’ ve ‘ihtiyat’ prensipleri ile hareket ediliyor bugün.

İddia sahibi ve sürekli hareket halinde bir hariciye heyeti, hâriçte kalmadan, dâhile güç verme derdinde. Bu ümit veriyor. Sadece Türkiye’ye değil bölgeye ve mazlum ve mahzun milletlere heyecan aşılıyor. İslâm dünyasına, yabancılaşmadan çok âidiyet duygularını geliştirebilirse bu heyet, yaşanılan heyecana olumlu ve somut bir karşılık verebilir.

Fas’tan Afganistan’a kadar yaşanan ‘bahar fırtınası’ Türkiye’deki tüm aktörlere tarihte olmadığı kadar büyük mesuliyet yüklüyor. Vatandaşını güvenilir bir ‘yoldaş’ gören bir devlet aklının, vatandaşına her zaman yaramazlık yapacak bir çocuk muamelesi yapan bir devlet anlayışının önüne geçmesi gerekiyor bu dönemde. Lâkin sağlıklı bir güven ve istikrar ortamı dâhilde inşâ edilemezse hariciyenin hâriçteki çabaları akamete uğrayabilir. Ayakları prangalı güçlü bir insanın kollarının uzun ve güçlü, dilinin akıcı ve kıvrak olması hiçbir işe yaramaz!

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun geçtiğimiz hafta sonu MÜSİAD’ın düzenlediği panelde konuşmasına başlarken altını çizdiği; ‘âlim’, ‘âmir’ ve ‘tâcir’ üçlüsünün birlikte yapacağı güçlü bir inşâ faaliyetine ihtiyacımız var bugün.

Masadaki krizleri ustalıkla yönetirken gelecek neslin yaşaması muhtemel sıkıntıları da bugünden öngörüp tedbir almak sorumluluğunu omuzladı bugünkü kadro.

Bir yandan küresel güçlerle ezber-bozan münasebetler, bir yandan bölgesel güç odaklarıyla ‘düşük tansiyon’da inisiyatif mücadelesi, öte yandan tarihi ve kültürel ortaklıkların olduğu ülkelerle ittifaka dayalı, ‘inşâ’ hedefli, tamir ve tesis edici yeni münasebetler kurmak... Reaktif ve refleksif bir dış politika anlayışından aksiyoner hatta proaktif bir tarza geçiş yapmak... Bunu yaparken de mevcut kadroları dönüştürmek ve zihniyetleri istihaleye tabi tutmak gibi zor bir mükellefiyeti deruhte etmek... Mevcut ve potansiyel kriz hatları ve bölgelerini zararsızlaştırarak fırsatlara dönüştürecek araçları oluşturmak...

Tüm bunlar Hâriciyemizin harcı mıdır? Harcıdır. Bugün bunun aksini iddia edenler iki grupta toplanıyor: Birincisi, buna inanmayanlar, ikincisi buna adları gibi inandıkları halde bu başarıyı hazmedemeyenler!


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Muhsin Meriç Arşivi