Bizi ancak jüri sistemi kurtarır
Önce size bir bir senaryo çizip üzerine de bir soru sorayım.
Diyelim ki bir gün epey ideolojik bir suçlamayla mahkemeye düştünüz. Ancak yeni bir yasal düzenleme gereği size hakim seçme hakkı verildi. İki seçenek sunularak şöyle dendi:
Ya elimizdeki iki hakimden rastgele biri sana çıkacak. Birisi, açıkçası, süper laik ve acayip ulusalcıdır. Diğeri ise pek muhafazakar olup filanca cemaatin de mensubudur. Artık hangisi çıkarsa bahtına.
Diğer seçeneğin ise şu: Tek bir hakim değil, telefon rehberinden rastgele seçtiğimiz oniki kişi karar verecek suçlu olup olmadığına. Manav Halil efendi, ev hanımı Şükriye hanım, kimya öğretmeni Hüseyin bey ve diğerleri.
Evet, ne derdiniz? Hangisini seçerdiniz bunlardan?
Sizi bilmem ama ben kesinlikle ikincisini seçerdim. Profesyonel ama ideolojik bir hakim yerine amatör ama tarafsız bir heyet isterdim.
Devlet değil toplum
Benim gibi düşünen insanların çoğunlukta olduğu ülkeler, ABD, Kanada, İngiltere gibi Anglo-Sakson ülkeler. Çünkü bu ülkelerde ceza davalarında karar verme hakkı çoğu kez hakime değil jüriye ait.
Hani şu Amerikan filmlerinde hep gördüğümüz gibi: Hakimin işi davayı yürütmek ve suçun hangi kanun maddesine uygun düşeceğini bulmak. Ama sanığın suçlu olup olmadığına karar vermek, jürinin işi.
Kıta Avrupasında pek bulunmayan jüri sisteminin kökeni, ilk demokrasi manifestosu sayılan İngiliz Magna Cartasına uzanıyor. Amerikan Anayasasının üçüncü maddesi ise, tüm suçların jüri tarafından yargılanacağını hükme bağlıyor.
Dolayısıyla Amerikada hakim beyin fikri şuymuş, mezhebi buymuş, bizdenmiş, onlardanmış diye bir dert pek yok. Hakim (yani devlet) karar vermiyor ki kimin suçlu kimin masum olduğuna. Jüri üyeleri (yani toplum) karar veriyor.
Modern bir sorun
Bunları anlatmamın sebebi ise, Türkiyenin giderek derinleşen hukuk krizinin nasıl çözülebileceğine dair bir çözüm önermek.
Krizin özü şu: Bizim ülkede çoğu insan, güçten ve çıkardan bağımsız, sadece adalete hizmet eden bir yargı erkinin varlığına inanmıyor. Hukukun üstünlüğü kavramı dilimizden düşmese de, pek çok kişi üstünlerin hukukunun işlediğine inanıyor.
Bunun bu topraklarda kadim değil modern bir sorun olduğu kanısındayım. Çünkü İslam medeniyetinin tarihinde, şeriata atfedilen kutsiyetin sağladığı bir hukukun üstünlüğü geleneği var. Müstebit sultanları dize getiren, onlara senden büyük Allah var buyuran bir kutsiyet bu.
Ancak modernleşmeyle birlikte şeriatla sınırlanan devlet gidiyor. Yerine, kendi gücüne hiçbir sınır tanımayan kanun devleti geliyor.
Bilhassa Kemalizmin tahribatı korkunç. Ulu önderimizin İsviçreden ve Faşist İtalyadan ithal ettiği çağdaş kanunlara, ne onları getirenler ne de toplum inanıyor. İstiklal Mahkemeleri denen garabet, yargı erkini siyasi gücün silahı yapıyor. Yassıada Mahkemeleri cabası.
Ne yazık ki Kemalist zihniyet zamanla diğer kesimlere de sirayet ediyor. Şeriat duygusuyla davranması beklenecek kimi muhafazakarlar bile, madem hukuk silahmış, biraz da bize yarasın havasına girebiliyor. (Bu açıdan biraz hayalkırıklığı içindeyim.)
Dolayısıyla, diyeceğim odur ki, kutsaldan alıp devlete bahşederek kaybettiğimiz hukuku, ancak demokratikleşme ile yeniden inşa edebiliriz.
İkide bir başkanlık sistemine baktığımız ABDnin ondan çok daha önemli olan jüri sistemine bir göz atmak da bize biraz ufuk açabilir.
NOT: Kemal Kılıçdaroğlunun Silivri yargılamaları hakkındaki yorumlarına katılmıyorum. Ama bunları söyleme hakkının yanında, Kılıçdaroğlunu yargılamak için hazırlanan fezlekenin ise karşısındayım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.