Mustafa Akyol

Mustafa Akyol

Bizi ancak jüri sistemi kurtarır

Bizi ancak jüri sistemi kurtarır

Önce size bir bir senaryo çizip üzerine de bir soru sorayım.

Diyelim ki bir gün epey “ideolojik” bir suçlamayla mahkemeye düştünüz. Ancak yeni bir yasal düzenleme gereği size “hakim seçme” hakkı verildi. İki seçenek sunularak şöyle dendi:

“Ya elimizdeki iki hakimden rastgele biri sana çıkacak. Birisi, açıkçası, süper laik ve acayip ulusalcıdır. Diğeri ise pek muhafazakar olup filanca cemaatin de mensubudur. Artık hangisi çıkarsa bahtına.

Diğer seçeneğin ise şu: Tek bir hakim değil, telefon rehberinden rastgele seçtiğimiz oniki kişi karar verecek suçlu olup olmadığına. Manav Halil efendi, ev hanımı Şükriye hanım, kimya öğretmeni Hüseyin bey ve diğerleri.”

Evet, ne derdiniz? Hangisini seçerdiniz bunlardan?

Sizi bilmem ama ben kesinlikle ikincisini seçerdim. Profesyonel ama ideolojik bir hakim yerine amatör ama tarafsız bir heyet isterdim.

Devlet değil toplum

Benim gibi düşünen insanların çoğunlukta olduğu ülkeler, ABD, Kanada, İngiltere gibi “Anglo-Sakson” ülkeler. Çünkü bu ülkelerde ceza davalarında karar verme hakkı çoğu kez hakime değil “jüri”ye ait.

Hani şu Amerikan filmlerinde hep gördüğümüz gibi: Hakimin işi davayı yürütmek ve suçun hangi kanun maddesine uygun düşeceğini bulmak. Ama sanığın “suçlu” olup olmadığına karar vermek, jürinin işi.

Kıta Avrupasında pek bulunmayan jüri sisteminin kökeni, “ilk demokrasi manifestosu” sayılan İngiliz Magna Carta’sına uzanıyor. Amerikan Anayasası’nın üçüncü maddesi ise, “tüm suçların jüri tarafından yargılanacağını” hükme bağlıyor.

Dolayısıyla Amerika’da “hakim beyin fikri şuymuş, mezhebi buymuş, bizdenmiş, onlardanmış” diye bir dert pek yok. Hakim (yani “devlet”) karar vermiyor ki kimin suçlu kimin masum olduğuna. Jüri üyeleri (yani “toplum”) karar veriyor.

Modern bir sorun

Bunları anlatmamın sebebi ise, Türkiye’nin giderek derinleşen “hukuk krizi”nin nasıl çözülebileceğine dair bir çözüm önermek.

Krizin özü şu: Bizim ülkede çoğu insan, güçten ve çıkardan bağımsız, sadece adalete hizmet eden bir yargı erkinin varlığına inanmıyor. “Hukukun üstünlüğü” kavramı dilimizden düşmese de, pek çok kişi “üstünlerin hukuku”nun işlediğine inanıyor.

Bunun bu topraklarda kadim değil modern bir sorun olduğu kanısındayım. Çünkü İslam medeniyetinin tarihinde, “şeriat”a atfedilen kutsiyetin sağladığı bir “hukukun üstünlüğü” geleneği var. Müstebit sultanları dize getiren, onlara “senden büyük Allah var” buyuran bir kutsiyet bu.

Ancak modernleşmeyle birlikte “şeriatla sınırlanan devlet” gidiyor. Yerine, kendi gücüne hiçbir sınır tanımayan “kanun devleti” geliyor.

Bilhassa Kemalizm’in tahribatı korkunç. Ulu önderimizin İsviçre’den ve Faşist İtalya’dan ithal ettiği “çağdaş” kanunlara, ne onları getirenler ne de toplum inanıyor. İstiklal Mahkemeleri denen garabet, yargı erkini siyasi gücün silahı yapıyor. Yassıada Mahkemeleri cabası.

Ne yazık ki Kemalist zihniyet zamanla diğer kesimlere de sirayet ediyor. “Şeriat” duygusuyla davranması beklenecek kimi muhafazakarlar bile, “madem hukuk silahmış, biraz da bize yarasın” havasına girebiliyor. (Bu açıdan biraz hayalkırıklığı içindeyim.)

Dolayısıyla, diyeceğim odur ki, “kutsal”dan alıp “devlet”e bahşederek kaybettiğimiz hukuku, ancak “demokratikleşme” ile yeniden inşa edebiliriz.

İkide bir “başkanlık sistemine” baktığımız ABD’nin ondan çok daha önemli olan “jüri sistemine” bir göz atmak da bize biraz ufuk açabilir.

NOT: Kemal Kılıçdaroğlu’nun Silivri yargılamaları hakkındaki yorumlarına katılmıyorum. Ama bunları söyleme hakkının yanında, Kılıçdaroğlu’nu yargılamak için hazırlanan “fezleke”nin ise karşısındayım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Akyol Arşivi