Mustafa Akyol

Mustafa Akyol

Kuşkuların savaşı

Kuşkuların savaşı

Şu ömrü hayatımda Türkiye hakkında öğrendiğim temel gerçeklerden biri şudur: Bu ülkede kendi kapalı dünyalarında yaşayan kesimler vardır ve bunların her biri bir diğeri hakkında bazen paranoyaya varan kuşkular taşır.

Bu kuşkuların Aleviler ile Sünniler yahut Kemalistler ile muhafazakarlar arasında olanlarını biliyorduk. Son dönemde, özellikle de son bir haftada, haritaya yeni bir fay hattı daha eklendi: “AK Parti’ye karşı cemaat.”

Ben bugüne dek bu tartışmadan uzak durdum, çünkü, evvela, bunu zikrederek “batılı tasvir” etmekten çekindim.

İkincisi, “hizmet”lerini çok takdir ettiğim ve mensupları arasında çok dost edindiğim “cemaat”i, ürkütücü bir gizlilik perdesi içinde resmetmek istemedim. Bu nedenle “polis istihbaratı”nı ve “özel yetkili savcılar”ı peşinen cemaatten sayan söyleme katılmadım.

Ancak ne yaparsak yapalım, algı bir süre sonra gerçeğe dönüşüyor. Dahası, “cemaatten” olduğunu bildiğimiz kalem erbapları da, aldıkları pozisyonlarla, bu algıyı silmeye değil aksine güçlendirmeye yardımcı oluyorlar.

Dolayısıyla, mevcut algıyı farz-ı muhal kabilinden de olsa kabul ederek bir kaç şey söyleyeceğim.

Cemaatin algısı

Öncelikle bilmeliyiz ki, “cemaat” dediğimiz insanlar, ceberrut bir devletin on yıllardır tehdit ettiği bir geleneğin mensupları. Sadece çay içip Risale-i Nur okudukları için derdest edilmiş, sırf namaz kıldıkları için işlerinden kovulmuş, kısacası “öz vatanlarında parya” haline getirilmiş insanlar. Daha beş yıl öncesinde bile, küstah generallerce “Anadolu denizinde boğulmakla” tehdit ediliyorlardı.

Bu yaşanmışlıklar nedeniyle, “cemaat”in, kibarca “derin devlet” dediğimiz Kemalist statükoya karşı “bilenmiş” olması, doğal ve anlaşılır bir durumdur. Bu, kanımca Türkiye için hayırlı da olmuş, çünkü söz konusu statükonun ezici gücüne karşı kararlı, cesur ve organize bir direniş geliştirmiştir. (Katolik Kilisesi’nin komünist rejime karşı Polonya’da oynadığı rol gibi.)

Ancak bu tür büyük siyasi mücadelelerin bir handikapı vardır: Onu yürütenlerde keskinlikler, körlükler ve hatta özgüven patlamaları üretir. Bunun üzerine bir de Türkiye’deki her kesimin müptela olduğu “komplo teorisi tutkusu” eklenince, haklı bir davada taktik hatalar yapmaya başlar, hatta kurunun yanında yaşı da yakacak bir hoyratlık sergilersiniz.

Dahası, söz konusu radikalleşme, aynı radikalizmi paylaşmayan müttefiklerine karşı bile kuşku geliştirir. Örneğin AK Parti hükümeti de “Ergenekon”a karşıdır, ama aynı hükümet bir taraftan da ordu ile uyum içinde çalışmak veya “hapisteki gazeteciler” konusundaki eleştirileri göğüslemek zorundadır.

Bu durumu “hükümet Ergenekon’a taviz verdi, statükoyla uzlaştı” diye yorumlarsanız (Taraf gazetesindeki bazı ultra-antimiliter yazarların da yaptığı gibi) yanılırsınız. PKK’nın tasfiyesi konusundaki “müzakereci” gayretleri “ihanet” sayarsanız da yanılırsınız.

Cemaat algısı

Bunların yanında bir de “cemaat” hakkındaki algılardaki sorunlar var. Bunların başında da bu mütedeyyin hareketi (aynı ulusalcıların yaptığı gibi) “dış güçler”e bağlama eğilimi geliyor. İsrail’in MİT Müsteşarı Hakan Fidan’dan rahatsız oluşundan yola çıkarak yapılan imalarda gördüğümüz gibi.

Oysa bu da yanlış ve haksız bir komplo teorisi. “Cemaat”in muhafazakar kesiminin geri kalanına nispetle ABD ve İsrail’e daha ılımlı yaklaştığı bir gerçek; ama bu, içinde bulunduğu uluslararası konjonktürün doğal ve anlaşılır bir sonucu.

Sonuçta, bana öyle geliyor ki, gerçekliklerden ziyade kuşkulardan beslenen bir gerilim var karşımızda. Bunu aşmanın yolu da, muhterem Fethullah Gülen hocaefendinin hep tavsiye ettiği yöntem olmalı: “Diyalog”.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Akyol Arşivi