İslamî trafik kuralları olmalı mı?
Bir önceki yazımda, İslamın hayatın bütün alanlarını kapsayan bir sistem olduğu fikrini eleştirmiştim. İslamın her alana dair sistem değil ilke getirdiğini savunmuştum.
Bu mevzuyu bugün biraz daha açalım. Bunu da bir örnek üzerinden yapalım: Modern dünyadaki hemen her ülkede uygulanan trafik kuralları. Yani yeşil yanınca geçmek, kırmızı yanınca durmak, yaya geçidinde yol vermek gibi kaideler.
Ben bugüne dek bu kurallara karşı çıkan İslamcı görmedim. Ama kendi koydukları kriterlere göre karşı çıkmaları gerekir aslında. Çünkü:
1) Trafik kuralları, vahyin ve sünnetin değil, insan aklının ürünüdür. Dolayısıyla, her beşeri sistem gibi tağutî (şeytanî) sayılmalıdır.
2) Dahası, trafik kuralları, Müslümanların baş belası olan seküler Batı medeniyetinin ürünüdür. Bunları içselleştirmek, kültür emperyalizmine teslim olmak ve İslamındünyaya nizam verme iddiasından vazgeçmek olur.
Buna karşılık, bir Müslümanın şöyle bakması da pekâlâ mümkün trafik kurallarına:
İslama aykırı olmayan her şey, Müslümanlar için mübahtır. Trafik kuralları da öyle. Bunların dini geleneğimizde yeri yoktur, çünkü trafik denen mefhum modern bir şeydir. Trafik kurallarını Batılıların geliştirmiş olması da tabiidir; çünkü motorlu taşıtları icad edenler bu adamlardır. (Niye önce biz icad edememişiz, bu da önemli bir soru.) Eğer araba kullanıyorsak, bunun kuralına da elbette uyacağız.
Ben, işte tam böyle düşünüyorum. Dahası, ilk bakışta absürd ve komik gibi gelebilecek bu trafik kuralları örneğinin aslında pek çok şeyi açıkladığını da sanıyorum.
Sistem ve anlam
Çünkü biz Müslümanlar, Tanzimat Fermanından bu yana, ticaret kanunundan tutun da seçim sistemlerine kadar bir çok Batılı sistem ithal ettik ve ediyoruz. AB sürecinde yapılan düzenlemelerle devam ediyor bu süreç.
İslamcılar ise bu beşeri sistemleri ithal etmekle gaflete düştüğümüzü savunuyor. Bizi, İslamî trafik kuralları inşa etmek gibi projelere, yani dışarıdan gelen her şeyi reddedip, onların İslamî alternatiflerini üretmeye çağırıyorlar.
Tam zıt uçtaki seküleristler (örneğin Kemalistler) de, bu süreci İslamı terk etmek olarak anlıyorlar. Sürecin niteliği konusunda İslamcılarla anlaşıyorlar yani; sadece ona karşı farklı pozisyonlar alıyorlar.
Oysa bir üçüncü yol daha vardır: Evrensel sistemler ile İslamî ilkeleri sentezlemek. Batı kaynaklı bir sistem olan demokrasiyi İslamî bir ilke olan meşverete uygun bularak savunan Namık Kemalin yaptığı gibi.
Aslında bu üçüncü yolu Müslümanlar farkında olmadan tutuyor sık sık. Bunun bir örneğini geçenlerde Twitter üzerinde gördüm. İslam hayatın her alanına dair bir sistem getiriyorsa, o zaman İslamî trafik kuralları da mı olacak diye sorunca şöyle cevaplar aldım:
Elbette! Mesela kırmızı ışıkta geçmek, kul hakkını çiğnemektir. Alın size İslami trafik sistemi!
Bunu söyleyen kişi farkında değildi ki, aslında bir İslamî sistem önermiyor, sadece var olan evrensel bir sisteme İslamî niyet ve anlam katıyordu.
Bu ise bence hem çok doğru, hem de çok gerekli bir şeydi.
Çünkü günümüz Müslüman dünyasındaki büyük bir sorun, ithal edilmiş modern sistem ve kurumlara İslamî bir anlam verilememesi, bunun sonucunda da ahlâk anlayışının sadece geleneksel alanlara sıkışmasıdır.
Öyle ya, eğer trafik kuralları hakikaten kul hakkı üzerinden yorumlanıp benimsense, bunların en çok çiğnendiği ülkeler arasında Müslüman coğrafya önde gider miydi mesela?
Yahut basın ahlâkı İslamîleştirilerek içselleştirilse, kendini çok Müslüman ve ahlâkçı sayan bir gazetemiz, şu günlerde üzülerek gördüğümüz gibi, bir iftira makinası gibi davranır mıydı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.