Bazı Çok Terbiyeli Çok Edepli Kimselere Mesaj
Bazı çok terbiyeli, çok edepli, çok kibar, çok nazik, çok ahlaklı ve faziletli, çok efendi Müslümanlar isimlerini vermeden hüviyetlerini açıklamadan bendenize yaşlı olduğum için saldırıyor, hakaret ediyorlar.
Şu veya bu tarihte doğmak, genç veya yaşlı olmak kimsenin elinde değildir.
Kader Filancayı şu tarihte, Falancayı bu tarihte dünyaya getirir.
Bugün genç olanlar, yarın ihtiyar olur.
Sonra herkesin vadesi dolar, ölür, başka bir aleme, Dar-ı Cezaya göçer.
Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) şöyle buyuruyor:
"Büyüklerimize hürmet etmeyen, küçüklerimize merhamet ve şefkat beslemeyen bizden değildir."
Buradaki büyük iki manaya gelebilir:
İlim, irfan, ibadet, taqva, hizmet, hayr u hasenat bakımından derecesi ve rütbesi yüksek olanlar.
İkinci mâna: Yaşça büyük olan Müslümanlar.
Bendeniz hiçbir zaman kendimi birinci büyükler sınıfında görmemişim. Böyle bir şeyden hayâ ederim. Böyle bir küstahlığı yapmam.
Lakin yaşım ilerlemiştir, sadece bu bakımdan büyük sayılırım. Binaenaleyh fikirlerimi, görüşlerimi, tenkit ve temennilerimi kabul etmeyen Müslümanların kibarca, edep ve terbiye sınırları içinde efendice cevap vermelerini beklerim.
Onlar benden genç ise, ben onlardan yaşlı isem bunda bizim dahlimiz yoktur.
Elhamdülillah aklım çalışmaktadır.
Yaşlandıkça bazı meseleleri ve konuları daha berrak görüyorum.
Bu da Allah'ın bir fazlıdır.
Yanlışlarım varsa, İslamî terbiye ve mantık dairesinde elbette bildirilir, uyarılır.
Şu veya bu cemaati tutmuyorum, yanlış gördüğüm hususları yazıyorum diye hakaret etmek, kimseye şeref ve itibar kazandırmaz.
Böyle hakaretlerden, terbiyesizliklerden yılacak da değilim.
İşin kuralı şudur:
Açık isim ve adres verilir, kabilse telefon numarası eklenir ve beğenilmeyen fikirler gerekçeli olarak tenkit edilir. Kelamdan önce de mutlaka selam verilir.
Sen bizim teşkilatı tutmuyorsun, sen yaşlısın, sen bunaksın, sen alçaksın gibi yermeler sahibine aittir.
Kem söz, kem akçe sahibine...
İsim adres telefon versin, kısa bir yazı göndersin, bu sütunlarda aynen yayınlayayım.
Şu husus da unutulmamalıdır: Bendeniz bir Ehl-i Sünnet Müslümanıyım. Ehl-i Sünneti desteklerim, ona aykırı görüşleri eleştiririm.
Şiîler Şiîlliği, Mutezile mezhebine bağlı olanlar o mezhebi, mezhepsizler mezhepsizliği, Vehhabiler Vehhabiliği destekler, ben de Ehl-i sünneti.
Her hal ü kârda, isim vermeden, hüviyet bildirmeden seviyesizce, bayağı bir üslupla saldırmak, hakaret etmek İslam ahlak ve terbiyesine sığmaz.
Burada yayınlanan bütün yazılarım imzam ile yayınlanmaktadır.
Muarızlarımız da açık olsunlar. Ta ki, saldıranların casus, ajan, provokatör, münafık olmadığı anlaşılsın.
Şu hususu da beyan edeyim: İmanlı olan ve namaz kılanlara, bana sövüp saymalarından dolayı hakkımı helal ediyorum.
* (İkinci yazı)
Şaşkınlık İyi bir Şey Değildir
Eski Genelkurmay başkanlarından Orgeneral İlker Başbuğ mahkeme kararıyla tutuklandı, cezaevinde tek kişilik bir odaya konuldu.
Ülkemizde oldukça demokrasi bulunduğu için bu konuda ileri geri yazıldı, konuşuldu.
Hatırlıyorum: 27 Mayıs 1960 gecesi ordu bir darbe yapmış, Cumhurbaşkanını, Başbakanı, Meclis Başkanını, bütün bakanları, bütün iktidar milletvekillerini, nice bürokratı hapse atmıştı.
Üstelik de mahkeme kararı olmadan...
O zaman bu tutuklamaları kimse tenkit edememişti.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Başkanı Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil'in ilmî yazıları darbeci apoletlilerin hoşuna gitmediği için o da tutuklanmıştı.
Yüksek sesle, "Yahu böyle şey olur mu?.. Halkın seçtiği bir hükümet, Meclis'teki çoğunluk, devletin başında Cumhurbaşkanı nasıl böyle paldır küldür tutuklanır, bin hakaret içinde Yassıada zindanına atılır..." diyen olsaydı anasından doğduğuna pişman ederlerdi.
Adnan Menderes'i ve iki bakanını bin hakaret içinde nasıl asmışlardı?
1960'dan sonra da askerî darbeler olmuş, devlet ve hükümet büyükleri alaşağı edilmiş, içeriye atılmıştı.
Binaenaleyh eski Genelkurmay başkanlarından birinin tutuklanmasına şaşırmamak gerekir.
1960'daki, 1971'deki, 1980'deki darbeler, tutuklamalar hukuk dışıydı.
Bugünkü tutuklamalar ise şöyle veya böyle hukukîdir.
Bu işlerde siyasetin tesiri var mıdır?
Ülkemiz bir sivilleşme sürecinden geçmektedir.
Türkiye yargı bakımından elbette bir İngiltere, bir Norveç, bir İsviçre değildir ama yine de hukuk vardır, çoğulculuk vardır, sesini çıkarta(bile)n bir muhalefet vardır.
Millî Şef İsmet Paşa'nın diktatörlük yıllarında muhalefet ses çıkartabiliyor muydu? Sesini fazla yükseltenler, rejimi ve tek parti iktidarını tenkit edenler ağır baskılara ve zulümlere mâruz kalıyordu.
1944'te İnönü rejimi, Milliyetçi ve Türkçüleri tutuklamış, İstanbul Bahçekapı'daki 2'nci Şube binasındaki (Sansaryan Hanı) tabutluklarda korkunç işkenceler yapmıştı.
Bugün tutuklananlar halkın seçtiği sivil iktidarı darbe yoluyla alaşağı etmeye teşebbüs iddiasıyla yakalanmıştır.
Cumhuriyetin başlarında İskilipli Atıf Efendi, Şapka Kanunu'ndan önce yayınlamış olduğu Şapka risalesinden dolayı idam edilmiştir. Hem de temyiz (dosyayı Yargıtaya göndermek) hakkına sahip olmadan.
Atatürkçüler ve Laikçiler bir darbe yapmış olsalardı, tutuklama ve yargılamalarda bugünkü kadar hukukî ve insaflı olabilecekler miydi?
Onların hukuka bağlılıklarını en son 12 Eylül 1980'de görmüştük.
Ömrü olanlar daha çok şeyler görecektir.
Olup bitenlere şaşmamak gerekir. Şaşkınlık iyi bir şey değildir.